🌙Geçmişin Puslu Satırları|2

2.2K 113 4
                                    

✴✴✴

...

"Kendiniz görün !"

Teğmen kafa karışıklığı ile Hilal'e baktı ve el yazması mektubu eline aldı. Mektup, Osmanlıca yazılmıştı fakat bu Teğmen için sorun değildi. Çoğu dünya dillerini mesleği ve yetiştirilme tarzı sebebi ile biliyordu. Buna Osmanlıca da dahildi. Açtı ve okudu. Bu süre içinde, Hilal ona nefretle bakmaya devam etmişti ve bu zordu.

Teğmen,
Bu satırları ölüm döşeğinde bir Türk askeri yazıyor, bilesin. Bu asker, vatanı için ayağındaki yırtık potinleri ile bu kara boranda, sınırlı yiyecek ve hatta su ile, ailesinden, evlatlarından, anasından çok uzakta, vatanı müdaafa ediyor. Bu asker, babasını yine vatan için bir iki yıl önce toprağa vermiş. Çocukları da bunu tadacak mı diye düşünüyor. Kendisi için bir kaygısı yok. Şehit olmak tahmin edilemeyecek kadar harika. Tek kaygım, tek korkum var o da, ben şehadet şerbetini içersem, evlatlarım, zevcem, anam ne yapar? Zevcem, Makbule, oldukça güçlü bir kadındır aslında ama işte, yürek bu da. Ama bilirim ki, sen bu satırları okuyorsan Teğmen, bana şehadet şerbetini içmek nasip olmuştur.

Gayem, siz işgalcilerin bize acıması değil. Tam tersine nasıl bir güçle karşı karşıya olduğunuzu bilin diye. Çünkü bu millet, size buraları vermez. Bu vatanı vermez. Biz Türk'üz. Kolay kolay vazgeçmek asil kanımızda yok. Olur da, fikriniz değişir diye diyorum bunlar çünkü, siz geri çekilmez iseniz sizleri geldiğiniz Ege sularının serin sularına geri dökeceğiz.

Teğmen unutmayın ki, biz Türkler barbar değil hoşgörülü bir ruha sahibiz. Ve sahipleniciyiz.

Bu vatan size yâr olmayacak.

Çanakkale geçilmez, sizler geçemeyeceksiniz.

Binbaşı Hasan."

Hilal, gün yüzüne çıkarmadı hıçkırıklarını tekrar. Bu Yunan'a ne kadar güçlü olduklarını göstermek için.

Teğmen'in ağzı açık kalmıştı. Bu nasıl bir vatana bağlılıktı böyle! Hayran olmuştu bu millete ve ne kadar fedakar olduklarını görmüştü. Bu askerlerin hiçbiri zorla getirilmemiş, gönüllü olarak katılmışlardı -hatta 15 yaşında olanları bile vardı-. Fakat kendi ülkesinin hiçbir askeri gönüllü değildi, zorlaydı. Kendisi de zorla katılmıştı.

Ne dese bilemedi. Hilal'e baktı. Ne kadar da yüce bir kadın diye düşündü. Bir amazon kadını...Smynra...

Tebessüm etti ve "Vatana bağlılığınız takdire şayan..." dedi. Hilal ona küçümser bir bakış attı ve Teğmen'in karşısında ağlamamak için orayı terketti. Derin nefesler aldı. Ardından annesi Azize koşarak yanına geldi.

"Cevdet ve Ali Kemal iyiymiş çok şükür..."

Hilal sevinç ile annesinin boynuna sarıldı. Gurur duydu milleti ile.

✴✴✴

"Duydum ki şu Yunan Teğmen'i ile sen ilgileniyormuşsun."

Hilal, ablasının bu gereksiz merakına göz devirerek cevapladı.

"Hiç sorma..."

Mırıltısı saf nefret barındırıyordu.

"Aman sende! Yakışıklı ama."

"Ay abla!!" Diyerek Yıldız'ın koluna vurdu ve devam etti. "Derdin bu mu? Elin Yunanı bu asker! Türklere, bize karşı çıkanlardan!"

Orayı terk ederken kendi kendine söyleniyordu. Ablası hep böyleydi. Biraz rahat da bir tipti. Ne kadar da zıttılar.

Hilal, zorunluluk gereği Teğmen'ı kontrol etmek için yanına gitti.

"Adınız ne--ah, hemşire?"

"Ne önemi var? Sonuçta sizi geri gönderdikten sonraki vakit, adlarımız ve hatta yüzümüz hatırlanmayacak. Özellikle de ben."

"Merak, sizce yeterli bir sebep değil mi?"

"Fazla merak kediyi öldürür."

Hilal, bunları söylerken kedi sözcüğünü bastırarak söylemişti. Bunun sebebinin Leon'un bıyıklarının olması kaçınılmazdı.

Hilal, Teğmen'in sorusuna cevap vermeden orayı terketti. Fakat o sırada Ayşe hemşire ona seslendi.

"Hilal Hemşire! Gelir misin?"

O sesleniş ile beraber, Hilal'in Teğmen'den sakındığı adı, gün yüzüne çıktı ve bu Teğmen Leon'un gözünden kaçmadı.

"Hilal..."

Diye düşündü... Ne kadar da anlamlı bir isim. Hilal'in bayrağı için feda edeceği en cüzi şeydi belki de canı. Ve adı da o al bayrağı süsleyen, Hilal'di.

Her ne kadar Hilal, adlarını ve hatta yüzlerini unutacaklarını iddiaa etse de, Teğmen Leon asla unutmayacaktı.

✴✴✴

Aradan birkaç saat geçti. Hilal, Teğmen'e bakmak için geldiğinde onu yatağında göremedi. Kaşlarını çattı. O sırada yanına Başhekim geldi.

"Ah, söylemeyi unuttum galiba, hemşire. Teğmen az önce götürüldü."

Hilal başını salladı.

Şu iki gündür kendine dert gibi gören Teğmen Leon gitmişti. Mutlulukla gülümsedi.

Fakat, yatağın üzerindeki kağıt parçası dikkatini çekti. Kağıdı ellerine aldı ve açtı. Satırları okurken, kalbi ağzında atıyordu.

"Hemşire Hilal...
Ya da benim sizi tanımlayabileceğim kadarı ile, Smynra...Her ne kadar zorunda olmasanız bile, hatta beni öldürebilecekken, her ne kadar benden nefret etmenize buna rağmen benimle ilgilenmeniz, siz Türklerin ne kadar yüce gönüllü olduklarını bana gösterdi. Her şey için teşekkür ederim...(Siz her ne kadar benim teşekkürümden bile nefret ederken...)

Teğmen Leon..."

Hilal, bunu saçma bulsa da, önlüğüne sıkıştırdı ve başını iki yana salladı.

Bir daha asla karşılaşmayacak, ve hatta birbirlerini unutacaklarını düşünüyordu. Sonuçta sıradan iki insandılar birbirleri için. Fakat, yanılıyordu.

Dilhun |Ateşten Gömlek| HileonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin