▪▪▪
Önündeki ahşap masaya dirseklerini dayamış, ellerini başına dayayarak parmaklarını titreye titreye saçlarından geçiriyordu bir bir. Gözlerini kapatmıştı, pencereden süzülen güneş ışığını hissettikçe içinde bir şeyler sinirle birlikte harekete geçiyor ve kendini zor tutuyordu yeni odasından çıkıp baba demeye utandığı adamın odasına dalmaktan. Kendini çok çaresiz hissediyordu ve bu durumunu anlatmak için hangi kelime(ler) kullanılırsa kullanılsın kifayetsiz kalırdı. Haykırmak isteyip de isteyemiyor, hıçkırmak isteyip de hıçkıramıyordu. Tüm acısı boncuk boncuk dizilmiş, muazzam büyüklükte bir kaya parçası oluşturmuş ve o parça boğazını tıkamış gibi, sanki konuşmayı daha öğrenmemiş olan küçük bir bebek gibiydi babasının karşısında. Tek fark, bebekler her türlü istediğini belirtebiliyor ve bunu yaptırıyordu lâkin Leon, gözlerinde oluşan biçare duyguyu babasına kafi derece gösteremiyordu.
Tüm bir hafta ne oradan oraya koşmadığı ne de nice Türk isyanlarını bastırmaya gitmediği kalmıştı. Her seferinde başarısız olmuş ve Kumandan Vasili'nin gazabına uğramıştı lâkin umrunda değildi çünkü Türkler ile uğruna savaştığı bir şey yoktu.Vakti zamanında bir kenara fırlattığı üniformasını, daha yüksek bir rütbe ile geri kazanmak pek tabii bir askerin büyülü rüyası olmalıydı lâkin o üniformayı bir kenara fırlattıysanız, mutlaka bir sebebiniz olur ve yeni bir rütbe umrunuzda olmaz, sizi daha çok bir dehlize yuvarlardı. Kesinlikle böyle hissediyordu.
Üstelik tüm bu olanlar yetmezmiş gibi, geçen bu süreçte hiçbir vakit ona rastlamamış, gözleri her ne kadar onu arasada, umduğunu bulamamıştı. En büyük sebepti hiç şüphesiz kendini işine verememesinde, Hilal. Dimağında, yüreğinde, ruhunun her bir zerresinde onun sevdasını taşırken ne denli zordu, her şeyi yok sayıp Helen İdeallerine kendini adamak! Tek ideali Hilal ile mutlu bir yuva kurmak olduğu halde birdenbire tüm hayalleri gözlerinin önünde çökmüşken, esasen yaşamanın anlamı neydi ki? Lâkin birgün... birgün gelecekti ve o her şeyi Hilal'e anlatacaktı. Derin ızdırapları son bulacak, sevgilisinin tükenmez parfümünü içine çekecek ve doya doya tadına bakacaktı o bal dudakların. Bu günün hayali ile yatıp kalkıyor, bu günün hayali ile yiyip içiyordu. Ne yazık ki bu günler şu vakitte gözüne çok uzak görünüyordu. Çünkü hilali gitmişti...
Her gün yaptığı gibi bu sabah da tekrar gitmişti Leon hastaneye kalkar kalkmaz. Umudunu her sabah olduğu gibi sonsuza dek koruyacak olduğu şişeden çıkarmış, yüzündeki memnun gülümseme ile yol almıştı. Onu görebilecek olma ihtimali dahi heyecanlanmasına yetiyor, avuç içleri terliyordu. Nefes almaya korka korka girmişti hastaneye. Her vakit olduğu gibi tüm gözler ona dönmüştü ilkin, lâkin sonra herkes işine devam etmişti. O sabah, diğer günlerin aksine müşkülünü sual etmeye Ayşe Hemşire değil, Zübeyde Hemşire gelmiş ve sual etmişti Leon'a bu sabah neden geldiğini. Leon'un yanıtı yine aynı ve hazırdı, Hilal Hemşire yok mu? Ve yine aynı karşılığı almıştı, yok. Tabii o gün yine bir değişiklik olmuş, Zübeyde Hemşire, Leon'un gitmesine izin vermeyerek önüne geçmiş, Ben yardımcı olabilir miyim peki size? diye sual etmişti. Leon ilk kez bu denli yakından bakmıştı yeni hemşireye. Aslında şaşırmıştı ve bir yandan da korkmuştu hemşirenin kendisi ile ilgilenmesinden lâkin gözlerine bakmaktan da kendini alamamış, ilk kez yakından bakmıştı yeşil gözlerine. Esasen etkilenebilirdi lâkin Hilal'in gözlerinin hayalî dahi onda muazzam hisler uyandırmaya yeterken, Zübeyde'nin gözlerinde bu hissi tatmamıştı. Onu nazikçe reddettikten sonra hayal kırıklığı ile oradan ayrılmaya yeltenen Leon, duyduğu yalnızca birkaç kelime ile yerine çivilemişti, Hilal bugün cepheye giden trene binecekti!
O an sanki kapkalın bir urgan boynuna dolanmış da, urganın tavana bağlı ipi tam ortasından kopmuş, Leon ölmek ile hayatta kalmak arasındaki ince çizgide çırpınmaya başlamış gibi hissetmişti. Göğsünün tam ortasına tonlarca şey konmuş lâkin bu şeyler görünmez hislerin ağırlığından başka bir şey olmamıştı. Ellerini oynatmak istese oynatamıyor, arkasına dönmek istese dönemiyordu. Nefes almayı dahi unutmuş gibiydi, hakikaten. Adım atmaya başladığını dahi, suratına Smyrna'nin sert rüzgarı çarptığında anlamıştı. Bir boşlukta yürüyordu sanki. Bir istikameti yoktu, çevresindeki onca fayton, onca insan, banklar, evler yoktu. Sadece o ve endişesi vardı. Ne yapması gerektiğini unutmuştu, karargaha gidemezdi, bu halde yapacağı tek şey ruhsuz bir beden ile sürüklenmek olurdu.
![](https://img.wattpad.com/cover/105762237-288-k592385.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilhun |Ateşten Gömlek| Hileon
Historical FictionDilhun: İçi kan ağlayan. Büyük bir üzüntü içinde olan. Çanakkale Savaşı'na babasının zoru ile katılan Leon ve oradaki gönüllü hemşire Hilal'in 1919 senesinde tekrar karşılaşması. Bir ihanet, bir aşk ve bir hasret. Birçok ölüm ve vahşet. Araların...