Kızılay'da bir kaldırımda yalnız oturuyordum. Mutlu değildim ama mutsuz da sayılmazdım, iyi değildim ama kötü olduğum da söylenemezdi. Hasta değildim ama canım yanıyordu. Ölü değildim ama yaşadığımdan da emin değildim.
Bitmek üzere olan sigaramla paketten yeni çıkardığım sigaramı yaktım. İnsanlar işine gitmek için koşuşturuyordu. Ben ise sanki o saatte Ankara'nın ayazını yemek için oturmuş, zatürre olmayı bekliyordum. Belki de ölmek için bir nedene ihtiyacım vardı ve bende o nedeni arıyordum Kızılay'da, saat yedi buçukta.
İnsan bazen sırf halinden şikayetçi olabilmek için hüzünlü olmayı seçer. Ve yaşamak batıyormuş gibi ölümü seçer. İnsan bazen ağlamayı seçer. Çünkü ağlamak da bir ihtiyaçtır ve ağlamayan gözlerden gerçek gülücükler çıkamaz. Ben ağlamıyordum o sabah ama gülmüyordum da. Sonunda mutlu olamayacağımı bilerek sürdürdüğüm güzel şeylere son vermiştim gecesinde. Yavaş yavaş ve planlı bir şekilde. "Bitti" ne güzel bir kelime. Bitti diyorsun ve bitiyor güzel yada kötü şeyler, hatta hayat bile. Bütün emekler, bütün beklentiler, belki hayaller.
Ben iyi bir adam olamadım ama kötü bir adam da değildim. Şimdi ise kötü bir adam mıydım yoksa iyi bir adam mı bir türlü çözemiyordum. Belki biraz iyi, birazda kötüydüm. Bende her şey ya karanlık yada aydınlıktı. Mesela ya severdim yada nefret ederdim. Oysa hayatta sadece karanlık ve aydınlık yoktu, alacakaranlığın binlerce tonu vardı hayatta. Belki ben ve verdiğim kararlar alacakaranlığın sadece bir tonuyduk. Etrafıma baktım ve gördüğüm herkesin aslında karanlığı beklediğini fark ettim
Bitmek üzere olan sigaramla yeni sigaramı yaktım ve derin bir nefes çektim. Üflediğim duman, ağzımdan çıkan buharla birleşip küçük bir bulut oluşturdu. O bulutta bütün hayallerimi gördüm. Bütün sevdiklerimi ve sevmediklerimi, beklentilerimi gördüm o bulutta. Annem de o buluttaydı ablamda. Yeşim, Elvan ve diğerleri de. Öldürdüğüm herkes o buluta binmişti ve öldürmek istediklerimde. Sonra o bulut hayatım gibi yavaşça yok oldu gitti, Kızılay'da, saat sekize yirmi kala.
Önüme bir mendil açmıştım dilenci görünmek için. İnsanlar üzerine para atıyorlardı. Dilenen herkesin paraya ihtiyacı olduğunu düşünüyorlardı. Benim paraya ihtiyacım yoktu. Ben hep birazcık sevilmek istemiştim. Biraz saygı görmek, mutlu bir aile istemiştim. Kimse o mendile birazcık sevgi bırakmadı. Hepsi parayla mutluluğu satın alabileceğini düşünüyordu belli ki. Biri eğilip "iyi misin?" demedi. Çünkü amaçları beni mutlu etmek değildi. Egolarını tatmin etmekti. "Ben de iyi bir insanım" diyebilmek için atıyorlardı o parayı mendilime. Onlar benden mutluluk satın alıyorlardı, hem de bir liraya. Çünkü mutluluk alıveriş merkezlerinde, lüks restoranlarda ve kafelerde satılmıyordu. Mutluluk dilenciye verilen bir lirayla satın alınıyordu hatta bazen elli kuruşla.
Elimi ve kafamı montumun içine soktum ve telefonumu çıkardım. Dışarıdan ara sıra mendile atılan bozuklukların sesi geliyordu. Fotoğraflara girdim. Girmişken en eski fotoğraflarımı açtım. Hiç birinde gülmediğimi o gün fark ettim. Yavaşça yukarı kaydırdım ama yine güldüğüm bir fotoğrafımı bulamadım. Son fotoğraflarımda gülüyordum sadece. Zeynep ve Ceylin ile çekilmiş olduğum fotoğrafta.
Akşama kadar oturup dilendim. İyi de para kaldırmıştım. Hava karardığında kalktım ve bir dönerciden et döner aldım. Kaldırıma oturup ekmeği yiyordum ki gül satan bir çocuk bana bakarak yanımdan geçti. Ekmeği kenara bıraktım ve yanıma çağırdım. Cılız bir çocuktu. Düz, uzun, siyah ve kirli saçları vardı. On - on iki yaşındaydı. "Adın ne?" dedim. "Gerçek adımı bilmiyorum ama gül satıyorum diye herkes "Güllü" der." Dedi. Çekingen bir çocuktu, belli ki sokaklara yeni düşmüş ve henüz alışmamıştı. "Nasılsın Güllü?" dedim gülümseyerek. Dudaklarını büktü ve "Bilmem" dedi. Başını okşayıp "Ailen falan yok mu senin?" dedim. Sustu, başını biraz öne eğdi. Belli ki canı yanıyordu bu konudan. Üstelemedim ve "Aç mısın?" diye sordum, yine sustu. Ayağa kalktım ve dönerciye tekrar gittim. İçi bol bir bütün et döner aldım, yanına da kola. Aldıklarımı uzattım tepki vermedi. "Al Güllü belli ki açsın. Hem bak bende açım bana eşlik edersin." Dedim. Gül vazosunu kaldırıma koydu ve yanıma oturdu. Ekmeğin kağıdını açıp uzattım. O ekmekten ısırık alırken bende kolayı açıp yanına koydum. Ekmeğini yedikten sonra gülümseyip teşekkür etti. Gitmeye yeltendi, durdurdum. "Paran var mı?" dedim. "Yok" dedi. Dilencilikten kaldırdığım parayı uzattım. "Al" dedim "Artık benim paraya ihtiyacım yok. Senin olsun." Alayım mı der gibi gözlerime baktı. Kafamı salladım biraz çekingence de olsa aldı. Bu kez teşekkür etmedi. Başını okşadım, "Parayı sağlam bir yere koy. Kimseye de kendini ezdirme. Sana bir kez vurana sen iki kez vur. Yoksa bu dünyada hayatta kalamazsın. Sadece mutlu olabileceğin bir işi yap ve mutlu olabileceğin biriyle evlen. Ülkeni sev, kendi doğrularından vazgeçme. Gül sat, döner sat ama namusunla, helalinden kazan. Hadi şimdi git. Hayattaki tek korkusu unutulmak olan bu adamı da hiç unutma. Benim adım Tekin Yaşar." dedim ve uğurladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yanlışlıkla Seri Katil
AventuraKafamda bir silah namlusunun soğuğu var. Kapattığım göz kapaklarım polis arabalarının tepe lambalarından gelen mavi-kırmızı ışıklara engel olamıyor. Bazı sesler duyuyorum, bana silahı bırakıp teslim olmamı söylüyorlar. Aslında bütün sesleri duyabili...