Kıskançlık, benim bildiğim kadarıyla başkasında istediğin bir şeyi görüp imrenmek. O şey sende olmadığı için kendini kötü hissetmek. Veya sevdiğin, değer verdiğin birini başkasının yanında görüp sinirlenmek. Sözlükleti anlamı ise: Değer verdiğin birisini başkasının yanında görünce hissettiğin kötü duygu veya nefret. Peki ben bu duyguyu Yankı 'ya karşı hissetmiş miydim? Eğer öyleyse bunun sebebi ne? Bunların cevaplarını bilmiyordum ama bildiğim bir şey varsa o da onun da beni kıskandığıydı. Gerçi bunun kendi bile farkında değildi ama ben tahmin edebiliyordum. Öyle olmasaydı şu an beni öldürmek istermiş gibi bakmazdı değil mi?
"Hahahahaaa dünkü film gerçekten çok güzel ve bazen de komikti Atakan. Ve haklısın ki Kayla tam bir deli. Ama Meriç ondan da beter. O cool hareketler falan..."
"Evet iyi ki seni dinleyip o filme gittik," diyerek benimle birlikte güldü o da. İkimiz de filmi beğenmiştik.
Atakan 'la birlikte okulun bahçesinde film hakkında konuşup gülüyorduk. Gerçekten beni güldürmeyi başarıyordu. Yankı ise bahçenin diğer ucunda keskin mavi gözlerini bize dikmiş ve buradan bile belli olan belirginleşmiş damarlarıyla bankta oturuyordu. Kıskanıyordu işte yoksa niye öyle baksın ki?
"Nereye bakıyorsun yarım saattir? "Atakan 'ın sesiyle irkildim ve ne diyeceğimi bilemedim ilk başta.
"Hiiiçç, öyle etrafıma bakıyorum. "
Atakan söylediklerime inanmamış gibi bakışlarımı takip ederek nereye baktığımı gördü. Şimdi ikisi de birbirine bakıyordu. Atakan 'a baktığımda ise tıpkı Yankı gibi çok kötü bakıyordu.
"Sınıfa gidelim mi? "Diye sordum. Eğer bakışlarla öldürebilme yeteneği diye bir şey olsaydı şu an çoktan katliam çıkmıştı.
"Olur, gidelim. "
Biz sınıfa gidene kadar da Yankı 'nın gözleri üzerimizden ayrılmadı. Buna anlam veremeyerek Atakan 'a baktım.
"Aranızda bir şey mi oldu? Niye ikiniz de böyle tepki verdiniz? ""Yoo ne olabilir ki? Sadece sana öyle bakması hoşuma gitmedi o kadar. "
"Nedense pek inanmadım ama hadi neyse..."diyerek geçiştirdim. İkisi de birbirlerini görünce bariz bir şekilde nefretle bakmışlardı. Buna anlam vermemiştim ama soru sormaktan da vazgeçtim. Zaten Yankı karmaşık biriydi. Ve onu çözmek bir ingilize türkçe öğretmek kadar zordu. Sınıfa gittikten sonra Melis beni yanına çağırarak heyecanla konuşmaya başladı.
"Onu gördüm bu sabah. "
"Yine mi o çocuk? "Dedim ve gözlerimi devirerek güldüm. Bu heyecanlı halleri çok tatlı ve komikti.
"Arabasıyla okulun çevresinden geçiyordu. Burada ne işi olduğunu bilmiyorum ama oydu işte! "Diye hızlı hızlı konuşarak güldü. Sonra da "O da beni gördü üstelik, "diyerek ekledi. Onu görünce, düşününce Melis farklı diyarlara gidiyordu sanki. O çocuktan sonra Melis 'le ne zaman mesajlaşsak az da olsa onu anlatıyordu. Bir kere görmeyle bu kadar etkilediyse, sürekli görse nasıl olur tahmin bile edemiyorum.
"Keşke arabasının plakasını alsaydım ya! "Diyerek yakındı. Ve gayet de ciddiydi.
"Bir dahaki sefere birlikte alırız, "dedim dalga geçmek amaçlı. Ama o gerçek sanarak "Haklısın Yağmur. Öyle yapalım, "dedi. Daha çok kendi kendine söyler gibiydi ama bu halleri onu çok fena kafaya taktığını gösteriyordu.
"Onu bu kadar düşünme Melis. Sonuçta onu sadece iki kere gördün. Boşuboşuna umutlanmanı istemem, "dedim. Çünkü üzülmesini istemiyorum ve o benim kardeşim gibiydi. Melis de düşünceli düşünceli kafasını salladı ve ders de başladı. Ders matematikti. Yani en sevdiğim ders. Hasan Hoca da gerçekten iyi bir öğretmen ve arkadaştı. Onu sadece Hoca olarak değil de babam gibi görüyordum. Her zaman bizlere öğüt verir. İyi olmamızı isterdi. Beni izleyen bir çift göz hissedince arkama dönüp baktım. Atakan 'la göz göze gelince bana tuhaf bir şekilde baktığını gördüm. Bir iki saniye sonra da önüme dönerek dersi dinlemeye devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Fısıltısı
ספרות נוערAşk hiç bu kadar tehlikeli olmamıştı... Yağmur, daha küçük yaşlarda annesini gözleri önünde öldürülürken görmüş, bir parçası hep eksik olarak büyümüş bir genç kız. Babasının işi yüzünden İstanbul'a taşınırlar. Yeni bir hayat, yeni bir okul ve yeni...