Şubat 2017
İstanbul'un her zamankinin aksine cansız olan caddelerinin kendini sokak lambalarının loş ışığına teslim ettiği bir akşamda, suratıma çarpan soğuk havada evime doğru ilerliyordum. Kış rüzgarından korunmak için ellerimi cebime sokma çabam faydasız kalmış, buz tutmalarına engel olamamıştım. Bir yandan soğuk havaya lanet okurken evime yaklaşmış, adımlarımı hızlandırmıştım.
Beş katlı, ara sokaktaki, yeşil boyası dökülmeye başlamış eski binanın her zamanki gibi dış kapısı açıktı. Asansörü olmayan apartmanda evimiz neyse ki üçüncü kattaydı. Evet, bu kavrama artık alışmaya başladım, evimiz.
"Ding dong." Zilin sesini, kapının dışında olmama rağmen gayet gür bir şekilde duyabildim. Elimi kapının pervazına koymuş bekliyorken bir anda aklıma geldi. Üzerimdeki gömleği burnuma götürüp kokladım. Tam tahmin ettiğim gibi kayaç kokuyordu. Bunun için bu saatten sonra bir şey yapamazdım. Çoktan kapıyı çalmıştım.
Elimi cebime atıp hışımla telefonumu çıkardım. Ne ara ön kamerayı açtım anlamadım, bir anda kendimi, üstüme başıma çeki düzen verirken buldum. Siyah deri ceketimin içinde kalan salaş gömleğimin mavi yakalarını düzelttim. Ardından alnıma düşen saçımı geriye attım. Adım sesleri geliyordu, belki de benim kulaklarım iyi duyuyordur, ya da bu güne özel duyularım ekstra iyiydi. Kapı açıldığında telefonumu siyah pantolonumun arka cebine sokmayı başarmıştım. Yeşim, her zaman olduğu gibi, yeşil gözlerine yansıyan gülümsemesi ile açmıştı kapıyı.
"Hoş geldin." Yanağına ufak bir buse kondurup içeri geçtim. Daha fazlasını istiyor gibiydi ama üstümdeki pis kokuyu aldıktan sonra, hevesi kursağında kalıp benden anında soğuyacağı için uzak durmuştum.
Ayakkabılarımı ve ceketi portmantoya koyup geri dönüş yaptım: "Hoş bulduk." Kapıyı kapattı arkamdan.
"Günün nasıldı?" Ona döndüğümde ağzımı açacakken duraksadım. Üzerinde görmeyi sevdiğim elbiselerinden giymişti yine. Belinin yan tarafından aşağılara kadar uzanan beyaz çizgileri, açıkta kalan omzunun, kolunun ve bacaklarının buğday tenini saymazsak elbisenin içinde gece kadar karanlık, yıldızlar kadar göz alıcıydı.
"Yorucu... Ama sonunda seni göreceksem eğer, uğrunda katlanacağım her şeye değer." Yüzündeki tebessüm büyüdü, inci dişlerini göstererek bakıyordu artık bana. Parlayan yeşillerde kendimi görebiliyordum. Boynuna benim hediye ettiğim gümüş kolyeyi takmış, altın sarısı saçlarına da fön çekmişti.
Salondaki mum ve şamdanlarla bezenmiş masayı görünce tereddütle sordum: "Bu akşam için özel bir planın mı var, yoksa bütün bunlar benim için mi?" Bu soruyu sorarken bir yandan da herhangi bir özel günü unutmadığımı umuyordum. Hızlı bir şekilde düşündüm. Tanışma yıl dönümümüz diye bir şey yoktu. Sevgililik vardı ama o da yaz ayına denk geliyor. Evlilik ise... Daha çok yeniydi.
Çıplak ayakları, bana doğru bir adım attı. "Aslında ikisi de. Seninle geçirdiğim her an özel zaten, sadece bu gecenin..." Sözünü devam ettirmeden önce kollarını boynuma doladı. "Daha farklı olmasını istedim." Bu karşı koyulması imkansız cazibeyi geri çevirmek içimde bir yerleri yaraladı ancak kızla yakınlaşacağız diye hepten kendimizden soğutmak olmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Anlarım
Teen FictionGeçmiş, gelecek ve şimdi arasında bir yolculuk. Bir sevdanın oluşum, tutunma, ayrılma ve yeniden kavuşma serüveni... Alp, Yeşim ve Metin. Bir zaman sonra birbirinden ayrı düşmüş üç çocukluk arkadaşı. Aynı zamanda bir aşk üçgeni. Geçmişte atılan bi...