♣ Bölüm 18

69 2 0
                                    

"" işaretli Alp'in ağzından olan bölüm:

Mart 2012

Karaköy'de serin bir akşam. Hava kararalı bir saat ya oldu ya olacak. Yıldız rüzgarları bütün sahil şeridini boylu boyunca kaplamış. Hırçın dalgalar karayı dövüyor. Onların kayaları parçalarken çıkardığı seste huzur buluyorum. Çünkü bana düşünmeyi unutturuyor. Çünkü o zaman canımın yandığını hissetmiyorum ve küçük bir an için de olsa içime umut doğuyor. Belki o dalgalar, köpükler eşliğinde geri çekilirken içimde ne var ne yok alıp götürür de geriye, bana hiçbir şey bırakmaz diye...

Yanımda Sam var. Beni bütün gün yalnız bırakmayan Sam. Benimle susan; gerekirse, eğer ben konuşacak olursam, eğer konuşmanın içimi rahatlatacağı yalanına kanmak gibi bir gaflete düşersem... Beni dinlemek için bekleyen Sam.

Kırılma noktasına ulaşıyorum. İstemsiz acınaklı çıkan sesim eşliğinde kelimeler bir bir dökülüyor: "Tamam, biliyorum dünyada ne acılar var. Ne sıkıntılar var. Açlık, hastalık, savaş, ölüm... Belki benim şu an yaşadığım bunların yanında çok basit kalıyor. Ama dayanamıyorum be oğlum!" Burada sesim titriyor. "Taşıyamıyorum. Kalbim... Ağır geliyor artık." Gözlerimin dolmasına karşın devam ediyorum. Dediğim gibi, kelimeler kontrolüm dışı çıkıyor artık. "Keşke bir yolu olsa! Keşke, keşke ona dair her şeyi unutabilsem..." Unutmak istiyorum, içimdeki bu acıyla başka türlü nasıl baş edebileceğimi bilmiyorum. "Çünkü biliyorum, diğer türlüsü hiçbir zaman olmayacak. Bize dair hiçbir umut yok, bu saatten sonra bizim için hiçbir mucize olmaz."

Bir süre sessizlik oluşuyor. Gözlerimi kapatıyor ve kulaklarımı İstanbul'un sesine veriyorum. Sanki benimle birlikte çığlık atıyor. Kollarımı açıyor ve ay ışığının tadını tenimde hissediyorum. İstanbul'la birlikte derin bir nefes alıyor ve damarlarımda gezen oksijenin organlarıma dağılmasını takip ediyorum.

Biraz sonra İstanbul'la baş başa geçirdiğim bu an, sessizliğini bozmaya karar veren Sam tarafından bölünüyor. "Pes etmiş gibi konuşuyorsun."

Onun aksine hızlı bir tepki veriyorum: "Pes etmeyeceğim de ne yapacağım oğlum!? Kaybedeceğim bir savaşa girmemin anlamı yok!"

"Önceden hiç savaştın mı?" Güzel bir soruydu. Düşündürücü. Acaba hiç, gerçekten savaşmış mıydım? Cevap hayır. Hiçbir zaman ne Yeşim için, ne de bir başka şey uğruna savaşmadım. Peki öyleyse niye kendimi kaybetmiş, yenilmiş gibi hissediyorum? Kırılmaktan korktuğum için gardımı erken alıyorum ama bu yine de incinmeme engel olmuyor.


Bir an yüzüne baktım. Aklımdan geçenleri mi okuyor, yoksa ben gecenin melankoliğine fazla kapıldım da sesli mi düşünmeye başladım? Renkli gözleri benimkilerin üstünde, benden bir tepki bekliyor... "Bunun için hiç şansım olmadı! Bundan sonra da b*k olur!"

"Konuşsanız... Hallolmaz mı?" Anın büyüsünü kaybedip gülmeye başladım. Hallolmak. Kesinlikle bizden kaptığı bir kelimeydi. Elimi, kalın paltosuyla kaplı koluna attım. Göz göze geldiğimizde, benden hala bir cevap beklemekte olduğunu fark ettim.

Sorduğu şeyi bir düşünelim... Yeşim'le biz küseli bir haftadan fazla olmuştu. O benimle konuşmak istediğinde kızgın tarafım baskın geliyor, onu geri püskürtüyordu. Böyle bir durumda konuşmanın herhangi bir şeyi değiştireceğini düşünemiyorum.

"Benim artık hiçbir şeye inancım kalmadı. Birlikte geçirdiğimiz bir ayda düşünmemeye çalıştım. Unuturum, geçer sandım. Ama öyle olmadı. Yaram kabuk bile bağlamadı. Belki de sürekli kaşıdığım için. Belki içimde bir yerlerde... Onu unutmayı gerçekten istemediğim için... Ve şimdi. Gerçekler yüzüme tokat gibi çarpınca..." Zaten içimde kopan fırtınaların farkındaydı. Yüklemi eksik yarım cümleler onun için sorun teşkil etmiyor olmalı. "Bilmiyorum Sam. Gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum. Tek bildiğim, onu bir an evvel aklımdan söküp atmam gerektiği. Artık bana zarar vermekle kalmıyor bu sevda; hayatıma, hayatımdakilere, geleceğime... Bunlara da zarar veriyor."

Ben AnlarımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin