"♣" işaretli Alp'in ağzından olan bölüm:
Mart 2012
Yeşim ve Metin'le köprüleri kopardığım; Yasemin, Ceyhun ve Sam'le aramı düzelttiğim Cuma sabahının devamında hep beraber okula gelmiştik. Ceyhun okul binasına girdiğimiz anda halletmesi gereken bir işi olduğunu söylerek yanımızdan ayrılmıştı.
Okulda kulaktan kulağa taşınan bir laf vardı. Kimse artık bu lafın nereden çıktığı bilmiyordu ama herkes taşımaya devam ediyordu. En sonunda bizim kulağımıza da çalınmıştı. Aylin ve voleybol takımından Esra'yı konu alan bir dedikodu. Ucundan bir yerinden Ceyhun'a dokunuyordu ancak tam olarak ne olduğunu anlamamıştım.
Her köşeden birisinin çıktığı, insanların grup grup dolaştığı koridorlarda Yasemin'le ve ekibin yeni üyesi Sam'le dolaşmanın bana huzur verdiğini fark ettim. Sam için hala yeni diyorum fakat resmen bizden biri olmuştu. Yasemin ikinci kattaki - sınıfımızın olduğu kat - dolabına gitmek üzere yanımızdan ayrıldığında Sam'le bu konuyu konuşacaktım.
"Bana en çok ihtiyaç duyacağın zamanlarda yanında olamadım, değil mi?"
Bir şey söylemeden gülümsedi. İkimizde bu sorunun cevabının evet olduğunu bildiğimizden, benimki sözde soru cümlesi gibi olmuştu.
"Özür dilerim."
Tebessümünü sürdürürken söyledi: "Sorun değil."
Birlikte dolaplarımızın bulunduğu 3. kata çıkarken konuşmayı sürdürdük.
"Neler kaçırdım. Yani ben yokken. Yanınızdayken ama aynı zaman değilken..."
"Fazla kaçırmadın." Eskisine göre daha akıcı konuşuyor olsa da cümle kurmakta hala sıkıntıları var gibi gözüküyordu.
Elimi omzuna attım. Merdivenlerin bittiği yere gelmiştik. Üçüncü katta aynı koridorda olan dolaplarımıza dağıldık. Geometri ve edebiyat defterlerimi alacaktım. Dolabın şifresini girerken kızgın olduğum bir yüz, yanımda belirmişti.
"Alp, konuşalım mı biraz?" O yüze döndüm. At kuyruğu yapmış saçlarından gözlerine kadar indim. İçimde öfkenin yeniden tutuştuğunu hissettiğimden ona bakmayı sürdürmedim. Onun yerine ihtiyacım olan eşyaları alıp bir an evvel buradan gidecektim.
"Neyi konuşacağız Yeşim? Konuşacak ne kaldı." dedim yüzüne bakmazken. Sonuçta bir cevap bekliyordu ve onu almadan gitmeyeceğini biliyordum.
"Olayların nasıl buraya geldiğini açıklamama izin ver. En başından beri planlı değildi. Seni aldatmadık, kandırmadık." Omzumun üstünden baktım. Sırtını yüksek numaralı, kullanılmayan dolaplardan birine yaslamış, kolları karnının üstünde, göğsünün altında birbirine kenetlenmiş benden cevap bekliyor. Muhtemelen sessiz bir yere gitmemizi isteyecek ve orada türlü yalanlarla yine beni salak yerine koyacak.
Lafının bittiği, defterlerimi elime aldığım sıra hışımla ona döndüm. Mahmur taklidi bakışlarını kendi öfkemle tanıştırdım. "Artık sana inanabileceğimi... Ağzından çıkacak tek bir lafa güvenebileceğimi de nereden çıkardın? Bir kere aptal yerine konulmuştum zaten. Akıllanmadım, tekrar aynı hatayı yaptım. Ama bu üçüncü kez olmayacak Yeşim, buna müsade etmeyeceğim. Siz sağ, ben selamet. Bundan sonra birbirimiz için yokuz."
Benimle birlikte yükseldi. "Senin için biz, ben yokum öyle mi?" O gittikçe yükselirken bir yandan EVET ÖYLE! diye bağırasım geliyor, bir yandan da bu yükselmenin sonunda nasıl patlayacak onu merak ediyordum. "Öyleyse niye hala sana aldığım bileklik dolabında? Niye saklıyorsun?" Başımı ikimizin yıllar sonra yüzleşmesine ve bugün burada bu şekil konuşmamıza sebep olan ortası yıldız figürlü mavi ip parçasına çevirdim. Tozlu dolap kapağımın ortasında, bir çivinin üstüne asılı duruyordu. Artık onu elden çıkarma vaktimin geldiğini hissettim.
"Belki bir gün gerçek sahibine geri veririm diye düşünmüştüm. İşte," dedim eline tutuşturarak. "O gün, bugünmüş." Ardından dolap kapağımı sertçe çarptım, kilit mandalını çevirdim. Bir şey eklemesine fırsat bırakmadan yanından ayrıldım. Merdivenlere doğru giden Sam'e yetiştim. "Beni bekle!"
"Siz konuşuyorsunuz diye-"
"Açıklama yapmana gerek yok, biliyorum." Aşağı kata sınıflarımıza doğru gidiyorduk. Yeşim yeniden arkamızdan gelmişti. Ders öncesi her zamankinden daha dolu olan koridorda bana seslendi. Önce ona baktım. Ardından yanımda konuşan Sam'e: "Ben gidiyim istersen." Başımı aşağı yukarı salladım.
"Ben sana sınıfta yetişirim." diye ekledim peşinden.
Bıkkın nefesim, Yeşim yanıma geldiğinde istemsizce çıktı. Ne konuşacaksak konuşmuştuk, son sözlerimizi söylemiştik. Daha derdi neydi? Gözlerimi, büyüsüne kapılmak ve yumuşamaktan korktuğum yeşil gözleri dışında her yerde gezdiriyordum. Yanıma yaklaşırken bej rengi, kalın kumaşlı okul eteği üzerinde birleştirdiği ellerinde; parmaklarının mavi iplerden yaptığı acemilik eserinde dolaştığını gördüm. "Özür dilerim. Bunu yapmanı kastetmemiştim. Sadece senle konuşmak istiyordum. Beni sakin bir yerde dinlemeni ve anlamını." Az öncekine nazaran epey sakin bir tonda söylemişti. Bilekliği tuttuğu elini uzattı. "Al, bu sende kalsın. Ben bunu senin için yapmıştım." Başımı sağa sola salladım. O bileklikten kurtulursam - yani onu sahibine ulaştırırsam - kalbimi esir alan bu sevdadan kurtulabileceğime inanıyordum. Adını solumadan nefes alabileceğimi, kafeslerinden kurtulmuş kuşlar kadar özgür olacağımı...
Ne kadar büyük yanıldığımı keşfedecek daha çok zamanım vardı. Şimdiyse o bilekliği geri almamak üzerindeki kararlılığımı sürdürüyordum. Tıpkı onun gibi, ben de az önceki kadar sinirli değildim artık. Öfkem azalmıştı. Ancak kırgınlığımın ve hayal kırıklığımın geçeceğini sanmıyordum. Çevremizdeki insanlar zaman gibi akmaya devam ediyor, aramıza uğultuları girmeye başlıyordu. Bilekliği geri kabul etmediğimi anladığında elini geri çekti ve bu sefer başka bir strateji benimsedi. "Kantine, kütüphaneye, ya da okul dışında bir yere gidelim. Neresi olmasını istersen... Sen seç. Ve ben de birbirimize söz verdiğimiz geceden, dün geceye kadar olan biten her şeyi anlatayım, lütfen."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Anlarım
Teen FictionGeçmiş, gelecek ve şimdi arasında bir yolculuk. Bir sevdanın oluşum, tutunma, ayrılma ve yeniden kavuşma serüveni... Alp, Yeşim ve Metin. Bir zaman sonra birbirinden ayrı düşmüş üç çocukluk arkadaşı. Aynı zamanda bir aşk üçgeni. Geçmişte atılan bi...