♦ Bölüm 13

49 4 0
                                    



"♦" işaretli Aylin'in ağzından olan bölüm:

Şubat 2012

   Şehrin sıcak tonda ışıkları, hayatın akışına benzer çalkantılı bir şekilde geçti. Bir dizi ve örüntüden farklı, değişken ve sürprizlerle dolu... Bu renkli geceye güle güle diyen ilk güneş oldu. Bulutların arkasına saklanmış dahi olsa hüzmeler halinde dağılmıştı dört bir yana. Rüzgar sanki bir melodiydi sokaklarda kulaktan kulağa çalkalanan. Öyle bir heyecan katmıştı güne.


   Kışın etkisini yitirdiği bu günlerde yine dışarıda bir renk cümbüşü vardı. Yalancı güneşe aldanıp erken filizlenen çiçeklerin huzur verici kokusunun arasında, geniş bahçeli okul binamıza ilk adımımı attım.


   Metal okul dolaplarının olduğu koridorda aynı tıkırtı. İlk ders öncesi herkesin daimi mekanı. Benim dolabım diğerleri gibi soluk değildi. Bizden önce dolaplarını yapışkan kağıtlarla süsleyenler, onları mezun olurken temizlemedikleri için yasaktı dolaplara müdahale etmemiz. Ancak kendi ruh halimi, çevreme ve bana ait olan şeylere yansıtmayı sevdiğim için ben boş durmamıştım. Hem ben giderken temizlerdim.



    Dolabın içini kahverengi, krem ve turuncu renkleri ağırlıklı, zikzak desenli bir duvar kağıdıyla kaplamıştım. Yine kendi eklediğim beyaz dolap içi rafı, üstünde de çok amaçlı küçük sepetim. Rafın altından ders kitaplarımı aldım. Kapakta asılı programdan değil de Almanca kitaplarını çantama koymamdan farkına vardım bugünün perşembe olduğunun. İkinci yabancı dil dersiydi ve daha önce de bahsettiğim gibi, bizim okulda hem Fransızca, hem de Almanca eğitim mevcuttu. Okula ilk geldiğimizde bu iki seçenekten birini seçiyor ve ilerleyen 3 sene boyunca ağır bir şekilde o dilin eğitimini görüyorduk. Son sene üst sınıflardan duyduğuma göre bu ders test çözmek için değerlendiriliyormuş.



   Dolabımda daha işim bitmemişti. Kapağına, ders programının yanına astığım küçük aynada sınıfa girmeden önce son kez kendime bakacaktım. Ancak aynadaki bana ait olmayan yansıma önceliklerimi değiştirdi.


    Arkamı döndüğümde yüzümde güleç bir ifade vardı. "Ceyhun!"


    "Günaydın." Onun üzerinde daha hoş duran tebessüme dalıp gitmiş, nasıl karşılamam gerektiğini unutmuştum. Bu yüzden birkaç saniye sadece buselerimizin konuştu. Sonra bir şekilde toparladım. Yine neşeli, yine şaşkın bir ifadeyle Günaydın, dedim. 


   "Şey..." Elini başının arkasına attı. Dişleri ile dudaklarını ısırdı. Lafa girmeden önceki son hamlelerini böylece kullanmış oldu. Kendini serbest bırakınca her şey dökülüverdi. "Hiç kolay olmayan günler geçirdim. Bu süreçte hep yanımdaydın. Her şeye rağmen. Kuru bir teşekkür eminim yaptıklarının yanında kifayetsiz kalacaktır. Ama..."


    Önemli olmadığını; severek, isteyerek, tüm kalbimle yaptığımı söylemek yerine sağ elimi omzuna koydum. "Seni yeniden okulda görmek çok güzel." Söylediğime karşın gözlerinin içi bir başka gülüyordu. Tam bu ana gömülebilirim. 


   Dünya sanki ikimize karşıydı! Daha önce ilk saat çaldığını hiç duymadığım zil, şu anın içine etmişti. Neyse, hayatın ya da okulun böyle yakamızdan tutup çekmesi yeni tekliflere kapı açmıştı. "Eğer işini bittiyse... Sınıfa birlikte gidelim mi?" Doğru, Almanca derslerinde aynı sınıftaydık. Hatta son ders Melih Hoca'nın ona verdiği ceza hala geçerliyse, yine hemen çaprazımda olacaktı.



   Dolabımı kilitleyip teklifini memnuniyetle kabul ettim.


   Alt katta etüt derslerinin yapıldığı karma sınıflardan 2 No'lu olana girdik ve ayrıldık. O köşedeki Ebru, Yasemin ve Recep üçlüsünün yanına gitti. Bense Ceyhun'la içeri girdiğimizden beri gözleri bende olan, orta sıra en önde beni bekleyen Eda'nın yanına. Aklında büyük savaşlar verdiğine dair bahse varım.

Ben AnlarımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin