Bölüm şarkısı; Teoman-İstanbul'da sonbahar
Doğu
Alarmın rahatsız edici sesiyle gözlerimi açtım. Duvardaki gece lambası olmasa, zifiri karanlığa gömülecek olan odam fazlasıyla dağınıktı. Kendime yarattığım boşluklardan atlayıp, banyoya geçtim.
Uykuyla aram çok da iyi sayılmazdı. Hoş bu penceresi bile olmayan, kasvetli yerde uyuyabilmek pek de mümkün değildi zaten.
Aynadaki yorgun yüzüme bakıp derin bir iç çektim. Yüzüme çarptığım soğuk su beni biraz daha kendime getirse de, beyaz tenimde gözüken yorgunluğun izlerini silememişti.
Hızla üstümü değiştirip, mutfağa geçtim.
"Günaydın buzküpü." dedim benim emektar buzdolabına.
"Günaydın patron." dedi mekanik sesiyle. Buzküpü, serinin en eski modellerindendi ve bana göre yeni modellere göre daha samimiydi zaten. Üstelik ona taktığım isim de çok orijinaldi bence.
Dolabın kapağını açtım ve hazır sandviç paketlerinden birini aldım.
"Sandviçlerin son kullanma tarihi geçmek üzere. Bence yememelisin patron."
"Sen niye yemek yapmayı bilmiyorsun buzküpü? Konuşmaya gelince maşallahın var."
"Programlarımda yemek yapma özelliği yok patron."
"Tamam tamam, sus."
Elimdeki sandviçten koca bir ısırık aldım. Belki bugün tadı iğrenç değildir diye ümit ederken, bir sandviç tarafından tekrar hayal kırıklığına uğramıştım.
Evden çıkıp asansöre bindiğimde elimdeki sandviçi zorla yemeye çalışıyordum. On kat yukarı çıktıktan sonra nihayet binadan çıkabildim.
Dışarı çıktığımda masmavi gökyüzüne bakıp, temiz havayı ciğerlerime doldurup, derin bir nefes çektim demek isterdim fakat hiç de öyle olmadı. Çektiğim nefes, genzime dolan egzoz kokusu yüzünden öksürmeme neden olurken, gökyüzüne baktığımda görebildiğim tek şey gri gökdelenlerden başka bir şey değildi.
İstanbul'un içime dolan kasveti daha da mutsuz hissetmeme neden olmuştu. Elimdeki sandviçi daha fazla yiyemeyeceğimi anlayıp çöp kutusuna doğru ilerlerken yerde gördüğüm şey duraksamama neden olmuştu.
Bir yaprak...
Yaprak ya da ona benzer şeyler İstanbul sokaklarında nadiren görebileceğiniz şeylerdi. Sanki tüm şehrin üstüne beton dökülmüş gibi, hiçbir sokakta ağaç ya da ot parçasına rastlayamazdınız. Sadece gökdelenlerin çatı katlarında yetişen bitkileri görmek de zengin kesime ait, onlara özel bir lükstü.
Şanssız olup şehir dışına çıkamayan ve doğayla tanışamayan o bahtsız kesimden biriydim. Gerçi şehir dışında da doğanın ne kadar kaldığı büyük bir tartışma konusuydu. Bu yüzden de bir şekilde sokağa düşmüş bir yaprak parçası bile benim için oldukça değerliydi.
Yere eğilip yaprağı elime aldığımda, yerde duran bir gazete sayfası dikkatimi çekmişti.
6 Kasım 2217...
Zaman ne kadar da hızlı geçiyordu?
Yetkililer, su sorununun fazla büyütüldüğünü en kısa zamanda bu işin çözüleceğini, uzmanların bu konu hakkında son hızda çalıştıklarını açıkladılar.
Okuduğum haber istemsizce gülmeme neden olmuştu. Temiz su sorunu son on yıldır ülkede çok büyük bir problemdi. Her gün aynı açıklamaları okuyup bunlara inanmak da ayrı bir aptallıktı. Aslında böyle bir sorunun çözülemeyeceğini bilmek oldukça kolaydı. Çünkü sorun basitti, su yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR SIFIR
Science FictionBir ve sıfır... Tüm dünyayı kontrol eden iki sayı... Günümüzden 200 yıl sonra, İstanbul'da, tüm hayatları bu iki sayı yüzünden değişen iki genç insan... Doğu ve Çakıl...