Bölüm şarkısı; Lorde - Team
Doğu
Hayatta en nefret ettiğim adamı sorsalar, kesinlikle müdür denen bu kıl herifi söylerdim. Gerçi burada yaptığım işten de nefret ediyordum ama şu adama duyduğum nefret sanırım daha ağır basıyordu.
Tam ben dünyaya olan nefretimi kusmakla meşgulken telefonum çaldı.
"Doğu, yetiş." dedi Eren panikle.
"Noldu lan?"
"Oğlum, hemen gelmen lazım."
"İşteyim şu an."
"Siktirtme işini Doğu, adamlar buldu beni. Daha fazla oyalayamam onları, yetiş."
Eren, şu hayattaki en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Ve bu aklıyla zoru olan arkadaşım bir gece kumarda deli gibi para kaybetmişti. Kaybettiği adam mafya bozuntusu bir tip çıkınca da tüm şehirde aranır hale gelmişti.
"Allah belanı versin Eren." dedim sinirle. "Konum at."
"Ben de seni canım. Semih'i de ara."
Zevzek herif.
Gene işten bir saat erken çıkacaktım. Ve gene ücretim kesilecekti.
"Ulan maaşımın içine ettiniz ha. Bir bok kalmadı geriye."
"Maaş diyor hala ya. Çıksana şu siktiğimin şirketinden."
"Göt herif. Kapat şu telefonu."
Telefonu kapatıp, sinirle Semih'i aradım. Açmayınca acil durum yazıp konum gönderdim. O nasılsa anlardı.
Müdüre gözükmemeye çalışarak şirketten çıkmak için asansöre bindim. Gerçi bu saatten sonra onu görmezdim. Çoktan işten çıkmıştır pezevenk.
Eren'in dediği yere giderken telefona gelen mesajla gene yüzümde aptal bir sırıtma oluştu.
Unknown: Yoksa bugün bana çarpan sen miydin?
Ona çarptığım anda burnuma dolan güzel kokusunu düşünmemeye çalıştım. Şu an ona cevap yazsam Eren falan umurumda olmayacağı için akşam yazarım düşünmüştüm.
Eren'in dediği yere vardığımda bir süre yerimde kalakaldım.
Dayak yiyordu.
Çok pis dayak yiyordu.
Her ne kadar yapılı bir çocuk olsa da karşısındaki dört kişi için tabiki yetersizdi. Gene de kendini savunmaya çalışıp olabildiğince güçlü durmaya çalışıyordu.
"Davetiye mi bekliyorsun?"
Hah, Semih Beyimiz de geldi.
"Durum değerlendirmesi yapıyorum." dedim düşünceli bir şekilde.
O sırada Eren çenesine sert bir yumruk daha yedi.
"Sen ciddi misin?"
Bir yumruk daha yedi.
"Ve dayak yemediğimiz hiçbir olasılık yok." dedim kollarımı bağlamış Eren'i izlerken.
Birkaç adım geriledi.
"Neden benim normal bir arkadaşım yok anasını satayım." dedi sinirle.
Bu sefer karnına bir tekme yedi.
İkimiz de birbirimize baktık. Arkadaşlık kuralı madde bir; dayak atılacaksa beraber atılırdı, yenilecekse de beraber yenirdi.
Olasılık hesaplamam falan saçmaydı.
Sanki olay yerine yeni varmışız gibi koşarak Eren'in yanına geçtik, daha doğrusu uçtuk.
"Nerede kaldınız oğlum?" dedi Eren, kaşından akan kanı silmeye çalışarak.
"Bıktım senden Eren." dedi Semih. Valla ben de bıkmıştım. Başımız hep bu piç yüzünden belaya giriyordu.
"Ben kısaca Allah belanı versin diyorum, Eren."
"Beni gene çok duygulandırdınız."
Eren bize en sinirli bakışını atmaya çalışsa da yapamadı, çünkü sol gözü mosmordu. Adamlar dövüşü bırakmış, saçma diyaloglarımızı şaşkınlıkla dinlemeye başlamışlardı.
Bu insanlar ne yiyip içiyorlardı Allah aşkına? Hepsi çam yarması gibiydi. Tamam biz de uzun boyluyduk hepimiz yapılıydık ama bu adamların yanında hiç şansımız yok gibiydi.
Beynimdeki olasılık hesaplamalarını bir kenara bırakarak, düşmanın bir anlık şaşkınlığından yararlanıp ileri doğru atıldım ve çenesine yumruğu geçirdim.
Siktir.
Düşman yerinden bile kımıldamamıştı.
Benim atağımla Eren ve Semih de ileri atıldı. Tekmeler, yumruklar, atlamalar, zıplamalar havada uçuşmaya başladı. Sağ yumruk, sol yumruk falan derken kavgayı, morarmış kaburgalarım, yarılmış sol kaşımla atlatmayı umuyordum.
Düşmanı öldüremesek de, biraz bozguna uğratmış gibiydik sanki. En sonunda üçümüz de yere serilmiş yatarken içlerinden en izbandut gibi olanı Eren'in başına geçti.
"Borcun için son bir hafta." dedi düşmanların başı.
Eren yavaşça başını sallamaya çalıştı. "Eğer ödemezsen arkadaşların da sen de ölürsünüz."
Bizimki gene başını sallayınca, düşman Eren'in karnına son bir tekme geçirip yürümeye başladı.
Semih ve ben, Eren'e öyle ölümcül bir bakış attık ki ikimizin de aklından geçen cümleyi adım gibi biliyordum.
Allah belanı versin Eren.
...
Savaş gazisi halimizle bizim bara gittiğimizde Sergen hızla yanımıza geldi.
"Noldu lan size?" dedi telaşla. Eren'in koluna girip oturmasına yardım etti.
"Kapıya çarptık." dedim alayla.
Ne olduğunu anlamadın mı salak der gibi suratına bakmaya devam ettim.
"Kapı size çarpmış gibi duruyor. Hem de yetmemiş en az on kere çarpmış gibi."
"Haha çok komiksin gene Sergen. Git de ağır bir içki getir." dedim sinirle.
Grimm's Bar... Burası bizim liseden beri gittiğimiz barlardan biriydi. Küçük ama sakin yapısı, insanın başını ağrıtmayan bir müziği ve en önemlisi sıcak bir ortamı vardı. Sergen ise bizden bir iki yaş büyüktü. Beş yıldır burada çalışıyordu. Tüm vücudunu kaplayan dövmeler, kulağındaki ve yüzündeki demir parçalarıyla da başka yerde çalışmamalıydı zaten.
Sergen, birazdan elinde içkiler ve bir ilk yardım çantasıyla geldi. Tabiki, iyi bir arkadaş olup bizden daha kötü yaraları olan Eren'le ilgilenmeliydim önce. Onun oturduğu taburenin önüne geçtim. Tam kaşından akan kanı temizlemeye başlamıştım ki, karşımdaki görüntü yüzünden kilitlenip kaldım.
Ve onu gördüm...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR SIFIR
Science FictionBir ve sıfır... Tüm dünyayı kontrol eden iki sayı... Günümüzden 200 yıl sonra, İstanbul'da, tüm hayatları bu iki sayı yüzünden değişen iki genç insan... Doğu ve Çakıl...