Çakıl
Hayatım boyunca en büyük hayalim kendi ayaklarımın üzerinde durabilmek olmuştu. Başkasının istediklerini de değil de kendi içimden geleni yapmayı istemiştim hep. Bunu ilk defa yaptığım zaman on sekiz yaşındaydım. Ailem İstanbul'da onların yanında tıp okumamı beklerken, ben her şeyi bırakıp Ankara'ya gitmiştim.
Bu hayatımla ilgili verdiğim en büyük karardı, aynı zamanda da aile bağlarımızı zayıflatan ilk olay...
Anneme göre İstanbul'da kalmalı ve bana iyi bir gelecek vaat eden biriyle evlenmeliydim. Tabi Ankara'ya gidişimle tüm bu isteği kursağında kalmış ve benimle iki yıl konuşmamayı tercih etmişti.
Babama göreyse... Hiçbir fikrim yoktu. Bizimleydi, evdeydi ama aynı zamanda yok gibiydi. Bize karşı buzdan duvarları olmasa belki de kendimi bu eve bu kadar yabancı hissetmezdim.
Hayattaki en büyük dönüm noktalarımdan biri ise yüksek lisans için Hollanda'ya kabul edilmem olmuştu. Üstelik verecekleri burs sayesinde babamın para göndermesine bile gerek kalmayacaktı. Nihayet, hep istediğim gibi kendi ayaklarım üzerinde durabilecektim.
Ama daha sonra kahpe hayat gene kendinden bekleneni yaptı ve Hollanda işi hayatımda hiçbir zaman dönüm noktası olamadı.
Bizimkileri bile görmeden lisans eğitimim biter bitmez Hollanda'ya yerleşmeye karar vermiştim. Hiç beklemediğim bir anda Ankara Havaalanında pasaport kontrolü sırasında telefonum çaldı ve annemin ağlayan sesiyle karşılaştım. "Baban kalp krizi geçirdi..."
Sonrasında da... Öyle işte... Gene buradaydım ve başladığım yere dönmüştüm.
Ama hayattan istediklerim hala değişmemişti. Hala kendi ayakları üzerinde durmak isteyen o küçük kız çocuğuydum.
Ankara'ya gidişimden beri olan hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçerken, gelecek hayatımı düşünüyordum.
Bu hayatta kendimi labda çalışırken görüyordum. Ya da yeni bir şeyler keşfederken... Yeni yerler gezerken... Yeni hayatımda, yeni evimde görüyordum kendimi... Daha güçlü, her şeyi arkasında bırakmış bir Çakıl görüyordum...
Ama evlilik... Gelecek planlarım arasında yer almayan bir şeydi. Hele ki annemin sırf o istedi diye beni biriyle evlendirmeye kalkması asla yapmayacağım bir şeydi. Üstelik bu durum gülünçtü ve bir o kadar sinir bozucuydu.
Her ne kadar sinirlensem de nedense böyle bir şey yapmasına gram şaşırmamıştım.
Ama istediği şeyi hayatta yapmazdım.
"Bir şey söylemeyecek misin?" dedi şaşkınlıkla.
"Evleneceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun."
"Evleneceksin küçük hanım." dedi sinirle.
"Hayır."
"Bir kere de ailenin sözünü dinle."
"Babam da mı bunu istiyor?" dedim şaşkınlıkla.
"Evet, bu evlilik ailemiz için önemli."
Annem konuştukça daha da sinirleniyordum.
Nasıl böyle bir şey yapabilirdi? Nasıl olur da benim fikrimin bir önemi olmazdı?
"Babam da seninle aynı fikirde yani?"
Sinirle annemlerin yatak odasının önüne gidip kapıyı yumruklamaya başladım.
"Nasıl olur da böyle bir şeye izin verirsin baba?" dedim bağırarak. Böyle bir şey düşünmeleri bile saçmalıkken, tanımadığım biriyle beni evlendirme fikri saçmalıktan başka bir şey değildi. Bu kadar mı önemsizdim onlar için?
O sırada kapı açıldı ve babam dışarı çıktı. Gözlerinin mavisini aldığım bu adam, bana öyle boş baktı ki kendimi değersiz bir kâğıt parçası gibi hissettim.
"Nasıl ya?" diye bağırdım öfkeyle.
"Kızım..." dedi babam sevgiden yoksun bir sesle. O an bu evden bir kez daha nefret ettim.
"Tanımadığım biriyle evlenmemi nasıl beklersiniz?"
"Tanışırsınız."
Ciddi misiniz siz ya? Bak ben bunu hiç düşünememiştim.
"Evlenmek istemiyorum."
"Metin Amcanla konuştuk. Böyle olmasına karar verdik." dedi babam.
Kaçıncı yüzyıldaydık Allah aşkına?
"Ve bunu bana sormak aklınıza bile gelmedi?" dedim öfkeyle.
"Sen ne zaman bizim isteklerimizi dikkate aldın Çakıl?" dedi annem.
"Kendi hayatımla ilgili kararları ben veririm." dedim bağırarak.
Onun bu acımasızlığına karşı hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum ama bunu onun yanında asla yapmazdım.
"Yanlış kararlar." dedi küçümseyerek.
"Neymiş doğru karar? Senin gibi mutsuz olacağım bir hayat mı?"
O an ne olduğunu anlamadığım bir şekilde, başım yana savruldu. Yanağımda hissettiğim acıyla, elimi oraya götürdüm.
Tokat atmıştı.
Bana bir adım daha attığında, geriye doğru gittim.
"Bir bu kalmıştı..." dedim sessizce. Acının etkisiyle gözüme tırmanmaya başlayan yaşları engellemeye çalıştım. Sırası değildi. Şimdi hiç sırası değildi.
"Çakıl..." dedi annem.
Pişman mıydı?
Hiç inandırıcı değildi.
Kendimi toparlayıp, hızla odama gidip çantamı aldım ve dış kapıya yöneldim. Bu evde bir dakika bile durmayacaktım.
"Çakıl, dur." dedi annem tekrar. Peşimden gelmeye çalıştığında, babam kendinden beklenmeyeni yaptı ve annemin kolunu tuttu.
"Bırak, gitsin."
...
Kendimi sokağa attığımda üstümdeki elbiseye aldırmadan koşmaya başladım. Koştum, koştum... Nefesim kesilene kadar koştum. Koşarsam unuturdum belki.
Unutmak mümkün müydü sanki?
Ofise kadar nasıl geldiğime dair bir fikrim yoktu. Kapattığım kapıya sırtımı dayayıp yavaşça yere çöktüm. Tüm vücudum titriyordu. Hala sakinleşememiştim ve içimde gittikçe büyüyen bir nefret vardı.
Gözüme dolan yaşlar, daha fazla dayanamayarak akmaya başladıklarında kendime daha fazla engel olamadım ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
Neden böyle olmak zorundaydı?
Neden sürekli benim hayatımı kontrol etmeye çalışıyorlardı?
O eve bir daha dönmeyecektim. Gerekirse bu ofiste bile yaşardım ama oraya dönmeyecektim.
Biraz daha sakinleşince telefonumu çıkardım ve Aras'ı aradım. Onunla konuşmaya ihtiyacım vardı.
"Çakıl?"
"Aras..."
"Noldu, güzellik? İyi misin?" dedi telaşla.
"Ofise gelir misin?" dedim sakin konuşmaya çalışarak.
"Geliyorum hemen. Noldu iyisin dimi?"
"İyiyim iyiyim. Bekliyorum seni."
O sırada ne olduğunu anlamadığım bir anda telefon elimden düştü, bina karanlığa gömüldü ve büyük bir patlama sesi duyuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR SIFIR
Science FictionBir ve sıfır... Tüm dünyayı kontrol eden iki sayı... Günümüzden 200 yıl sonra, İstanbul'da, tüm hayatları bu iki sayı yüzünden değişen iki genç insan... Doğu ve Çakıl...