Şehvet

1K 40 4
                                    

 (Bu bölümü geçenlerde doğum günü olan sevimli arkadaşım Tuğçe'ye doğum günü hediyesi olarak armağan ediyorum. Umarım beğenirsin Tuğçe ;D)

Multimedia-(John)

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Yanımda şemsiyem olmasına rağmen kendimi yağmurun sularına bırakmıştım. Hava çok kasvetli ve rüzgarlıydı. Doluya yakın hızda düşen yağmur damlalarından birkaçı atletimden içeriye doğru süzülünce hafif bir soğuklukla irkildim ve adımlarımı hızlandırdım. Ceketimin yakalarını kaldırarak boynuma ve yüzüme siper ettim. Saçlarım sırılsıklam olmuştu. Koşar adımlarla John'un evinin dış kapısına geldiğimde kapının üzerinde asılı bir kilit gördüm. Kilidi ellerimle alelacele açmaya çalıştım. Kilit birden pat diye yere düştü. Kapı hafifçe aralandı. Hızlıca kilidi yerden alıp kapıyı arkamdan kapattım. Sonra kilidi yerine taktım. Yeniden yakalarımın içine gömülerek büyük bahçeyi hızlı adımlarla geçtim. Bu eve ilk defa geliyordum ve oldukça kasvetli bir görünümü vardı. Gereğinden fazla büyüktü sanki. Tek kişilik yaşayan birisi için böyle bir yer fazla ıssız ve ürkütücüydü. Evin kapısının önüne geldiğimde artık yağmur suları bana ulaşamıyordu. Ev 3 katlıydı ve en alt katla en üst katın duvarları tamamen camdandı. Orta katın duvarları ise siyah mermerden yapılmış üstüne Michelangelo'nun olduğunu tahmin ettiğim figürler çizilmişti. Bahçede de birçok insan heykeli vardı. Daha bahçeyi tam görememiştim ama keşfedilecek oldukça gizemli şeylerin olduğu kesindi. Kapı altın sarısıydı. Üzerinde gümüş rozetler asılıydı. Kocaman bir kulpu ve kenarında kocaman bir zil çalma düğmesi vardı. Heyecanla düğmeye bastım ve beklemeye başladım. Bir yandan da sürekli hareket ediyordum çünkü sabit durdukça rüzgarın esintisiyle birlikte inanılmaz derecede üşüyordum. Kapı bir anda yana doğru açılmaya başladı. Son derece hızlı açılmıştı. Kapının sürgülü olması ilgimi çekmişti. İçeriden John'un sesini duyduğumda içeri doğru yavaşça kafamı uzattım. Fakat uzatır uzatmaz çıplak vücuduyla karşılaşınca kendimi hemen geri çektim. Bornozunu giymeye çalışıyordu. 'Cynthia? Bir sorun mu var?' diyerek bir manken edasıyla kapıya doğru yürüdü. Benim o sırada nutkum tutulmuştu. John'a ağzı açık bakmaktan sorusunu algılayamamıştım. Kusursuz vücuduyla karşımda dikilmiş gözlerimin içine bakıyordu. 'Efendim?' dedim saçlarımı geriye atarak. 'Sen sırılsıklam olmuşsun! Hemen içeri geçmelisin Cynthia. Şöminede ateş yanıyor.' Ben hala zor nefes alıyordum. John daha fazla dayanamayarak beni kolumdan nazikçe tutarak içeri geçirdi. Sonra kapının arkasındaki küçük bilgisayarmış gibi duran bir ekrana birkaç kez dokunduktan sonra kapı yine büyük bir hızla kapandı. Ben istemsiz bir şekilde titriyordum. Yavaşça yutkunduktan sonra 'John, biliyorum. Kesin bir karar verene kadar burada olmamalıydım ama..' dedim. John sözümü kesti. 'Tamam Cynthia... Açıklamaları sonra yaparsın şimdi sana kurulanman için bir havlu ve giymen için de temiz kıyafetler getireceğim. Sen onları giyerkende ben sıcak birşeyler hazırlayacağım.' Başımı evet anlamında usulca salladım ve şöminenin karşısında dikilmeye başladım. Bu sırada durmadan etrafa bakıyordum. Bulunduğum kat en alt kattı. Dışarısı tüm çıplaklığıyla görünüyordu. Salon tam ortadaydı ve etrafında bir oda sürü vardı. Salonun yanında kocaman ama aralıkları oldukça fazla olan camdan merdiven vardı. Yukarıya doğru baktığımda bu merdivenin evin içinde yılan şeklinde kıvrıldığını gördüm. John bu merdivenlerden yukarı çıkmıştı. Salondaki koltuklar değişik meyve çeşitlerinden yapılmıştı. Bir tanesi ananas şeklinde ,diğeri avokado ,hindistan cevizi... Resmen kendimi amazon ormanlarındaymışım gibi hissettim. Fakat bir şeyi es geçmiştim. Yerde duran deniz kestanesi görünümlü sevimli şeyi. Lila'yı. Orada öylece duruyordu. En ufak bir hareket etmiyordu. Farkettirmeden onun yanına doğru sokuldum. Sonra baş parmağımı sevimli pinpon topu burnuna değdirdim. Birden irkilip geriledi. Ben bu oyunu devam ettirdim. O ise gittikçe geriledi. Sonra koltuklardan birinin üstüne kırmızı bir iplik gördüm. John'la kamp kurduğumuz o gün geldi aklıma. Lila'ya kırmızı iplik oynatıyordum. John bunu unutmamıştı. Bu çok hoş bir şeydi. Hemen gidip koltukta duran kırmızı ipliği aldım ve Lila'ya attım. Lila tıpır tıpır yürüyerek ipliğin olduğu tarafa gitti. O sırada John'un ayak sesleriyle kafamı merdivenlere doğru çevirdim. John üstünü giyinmişti. Gözlerinin renginde lacivert bir tişört ve altında giydiği siyah skinny jeans ile yüreğimi hoplatmıştı. Gülerek bana elindekileri uzattı. 'Bu benim yaz akşamları yürüyüşe çıkarken giydiğim gömleğim. Sana oldukça büyük geleceğinin farkındayım ama en azından gömlek daha iyi olur diye düşündüm. Fakat altına giyebileceğin birşey bulamadım. Bacaklarım seninkilerin iki katı kadar olunca. Zaten bu gömleğin içinde de gömülürsün diye düşünmüştüm.' 'Ha ha... Çok komiksin.' deyip elindekileri sertçe çekip aldım. 'Ben mutfaktayım. Giyinince gelirsin.' dedi. Hızlı bir şekilde üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp şöminenin yanına serdim. Sadece sütyenim ve külotumlaydım. Üstüme John'un krem rengi gömleğini geçirdiğimde içimde tuhaf bir ürperti hissetim. Sanki ona sarılıyormuşum gibi bir duyguydu bu. Gömlek adeta John kokuyordu. Sebebini bilmediğim bir şekilde kendimi özel hissettim. Sonra karşıdaki cam duvardaki yansımama baktım. Gerçektende gömlek çok uzun gelmişti. Kollarını kıvırmama rağmen uzun geliyordu. Ama bu gömleğin içinde çok seksi görünüyordum. Yağmurdan ıslanmış saçlarımı dağınık bir topuz şeklinde topladıktan sonra mutfağa gittim. 'Nasıl olmuşum?' dedim gülerek. John arkasını döndü ve tek kaşını kaldırarak 'Vay canına! Benim gövdem kadar boyun varmış.' dedi. Sonra kendi kendine kafa salladı. 'Sen hayvan gibiysen ben ne yapayım?' dedim yine gülerek. Bunun üzerine John birden ciddileşti. Yavaşça yanıma yaklaştı. 'Bence dayanılmaz görünüyorsun.' diye fısıldadı. Lacivert gözleri adeta yasakları çiğnememi söylüyordu. 'Sende öyle...' dedim bir anda. Artık ne olacağını umursamıyor gibiydim. Artık daha fazla kendimi tutmak istemiyor gibiydim. John bir adım daha attı ve bir adım daha... 'Ateşle oynuyorsun Cynthia... Beni uyarıyorsun. Oysaki... Senin burada olmaman gerek...' sözünü bitirmesine izin vermedim. Onu elinden tutup salondaki ananas koltuğun üzerine attım. 'Artık değil John... ' dedim. 'Ne demek yani bu?' diye sordu kaşlarını büzüştürerek. 'Bu seni istyorum demek! Bu seni seviyorum demek!' John bir süre donuk kaldıktan sonra 'Peki ya Clark?' diye sordu. 'Clark yok artık... Ben sadece seni istiyorum. Hemde hemen!' Bunun üzerine John ayağa kalktı ve bana yeniden yaklaştı. Gömleğimin düğmelerini yavaş yavaş açmaya başladı. Soğuk ellerini sıcak bedenimde hissedip uyarılıyordum. Düğmeleri açmayı bitirdikten sonra gömleği çıkarıp fırlattı. Ben de bu sırada tişörtünü hafifçe kaldırarak çıkartmasını bekledim. Gövdesi bütün mükemmelliğiyle karşımdaydı. Adonisleri ,vücudundaki ince kıvrımlar, kollarındaki belirginleşen damarlar... Nefesim kesilmişti. Onu pantolonunun baş kısmından tutarak kendime çektim. Beni hızlıca koltuğa itti. Uzun kollarını sırtımda hissettiğimde büyük elleriyle neredeyse belimin hepsini kavramıştı. Sonra o parıldayan lacivert gözlerle yeniden karşılaştım. Bana gittikçe yaklaşıyorlardı. İstemsizce gözlerimi kapattığımda dudaklarımda hafif bir sıcaklık hissettim. John'un öpüşüne karşılık verdim.

Aykırı Öküz ♂ ♀Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin