Sonunda Viyana'dan aktarma yaptığımız uçak yolculuğu bitmişti. Nefes, yolculuğun çoğunda omzumda uyumuş, uyandığında da çoğunlukla gökyüzünü seyretmişti uçağın küçük camından.
Bense sık sık bize Avusturya'da rehberlik edecek Melanie ile konuşmuştum. Avusturya'da doğup Türkiye'de büyüyen bir kadındı ve Innsbruck'da, gideceğimiz hastanede doktorlarla konuşmamıza o yardım edecekti.
Yolculuk yaklaşık 6 saat sürmüştü ve benim için başlarda çok da kolay olduğu söylenemezdi. Diken üstündeydim ve Nefes'in bünyesi bu yolculuğa uygun muydu, cidden bir fikrim yoktu.
Neyseki sevgilim güçlüydü ve kazasız belasız atlatmıştık uçak yolculuğunu. Tek kötü tarafı çok yorulmuş olmasıydı. Hastaneye gidene kadarki araba yolculuğunda bile, saniyeler içinde kucağımda uyuya kalmıştı.
"Bünyesi güçlüymüş."
Melanie'nin cümlesini duymamla kafamı kaldırıp ona bakmıştım. Taksi şoförüne gideceğimiz yeri söyledikten sonra bana dönmüş ve bunu söylemişti.
"Güçlüdür," dedim ve yine Nefes'in masum yüzüne döndürdüm bakışlarımı. Bir yandan da kucağımdaki başını okşuyordum.
"Çok değer verdiğin birisi, değil mi? Ona bakışlarından belli oluyor."
Kafamı tekrar kaldırdım ve Melanie'nin gözlerine bakarak "O benim sevgilim," dedim hiç düşünmeden. Birkaç ay öncesine kadar söylemekten tamamen kaçındığım bir cümleydi bu.
Gülümsedi ve "Biliyorum," dedi. "Kerem Bey söyledi."
Kerem Bey'in bunu nereden bildiğini düşününce annemin söylemiş olabileceği aklıma gelmişti. Annemin aklıma gelmesiyle de istemsizce hüzünlenmiştim. Yine de hemen toparlandım ve kafamı dağıtmak için Melanie'ye dönüp "Kerem Bey bu Avusturya işinde çok yardımcı oldu bize," dedim. "İkinizin de hakkını ödeyemem gerçekten. Bir hafta boyunca pasaporttur bilettir, bütün işlerimizle siz uğraştınız."
Gülümsemesi daha samimi bir hâl alırken "Kafana takma," dedi sevecen bir tavırla. "Patronum istedi, ben de yaptım."
Ondan sonra, hastaneye gidene kadar daha konuşmamıştık. Varmaya yakın Nefes'i uyandırmıştım ve taksinin parasını da ödeyip inmiştik taksiden. Para konusunda da bir sıkıntı çekmiyordum; Ayaz kredi kartını bana vermişti. Malum, ben kalan paramın hepsini birkaç gün öncesine kadar içkiye ve sigaraya harcıyordum. Ne aptallık ama.
Nefes'i taşırken böyle şeylere kafa yormamam gerektiğini düşünüp aklımı tamamen boşalttım ve nefes nefese kalan sevgilime dönüp "Az kaldı bebeğim," dedim. "Birazdan yatıp dinleneceksin."
Gözlerini zar zor açık tutarken bile hâlâ bana dönüp gülümseyebiliyor; acısını, ağrısını gizlemeye çalışıyordu.
Nefes'in karşı çıkmalarına rağmen onu kucağıma alırken bir yandan bu yolculuk yüzünden kendimi suçluyordum, bir yandan da kendime bunun gerekli olduğuna hatırlatmaya çalışıyordum.
Hastaneye girdiğimizde ve Melanie Nefes'in kimliğini uzattığında, resepsiyondaki adam bizim için önceden ayırtılan odayı göstermek için yanımızda gelmişti.
Nefes yatağa yatar yatmaz artık dayanamamış ve derin bir uykuya dalmıştı. Melanie de doktorlardan birinin birazdan geleceğini bana haber verdikten sonra koltuklardan birine oturmuş ve kitap okumaya başlamıştı.
"Melanie," diyerek dikkatini çekmeyi başardıktan sonra "Kardeşimi arayacağım," dedim. "Bir şey olursa hemen dışarıdayım, tamam mı?"
Gülümseyerek kafa salladıktan sonra ben de dışarı çıkıp telefonumu açtım ve Nefes'in ailesi tarafından bildirim yağmuruna tutulmadan önce Ayaz'ı aramayı başardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Benim Nefesimsin
FanfictionYap-boz misali birbirini tamamlayan iki kız. Onlara bahşedilmiş kısa bir süre. Duru bir hayatın aldığı, kesik kesik Nefesler.. Git gide ölümün melankolisine kapılan bir Tümör, depresif bir Siyah'ı çekip çıkaracak aydınlığa. Siyah'ın bir daha kaybolm...