Aikaterine

5.2K 388 251
                                    

"Silinmişlerden ordu mu ? Onlardan milyonlarca var. Zaten sayı olarak bizden fazlalar bir de üstüne bu manyaklar eklenirse..." Percy arkamdan geliyordu. Dionysos adayı bize biraz da olsa anlatmıştı. Adanın ismi bölgelerin baş harflerinden geliyordu. Ada ; Anthos , Istvan ve Awilda adında üç bölgeden oluşuyordu. Anthos , çiçeklerle kaplı bahçelerden ; Awilda , yabani yaratıklarla dolu ormanlardan oluşuyordu. Bizim ulaşmamız gereken yer ise büyücülerin yaşadığı Istvan'dı. "Jason'ın verdiği tableti neden yutmamı söyledin ?" dediğimde Percy suratını çizen bir dalı geri itmekle uğraşıyordu. "Kirke'nin bizi erken karşıladığını sandım. Bizi yakalarsa ilk amacı kanın olacağı için. Erken alarmmış neyse ki gerisi var." dediğinde göreve çıkmadan önce Percy ile Jason'ın gizli saklı ne konuştuklarını böylelikle öğrenmiş olmuştum. "Tabletlerin etkisi ne ki ? Kanıma ne yapacak ?" diye sordum. "Kısa süreli bir bilinç kapanması yaşıyorsun. Baygın hale geçtiğinde de Banshee halini almanı sağlıyor tabletler. Calla'nın o yüzden o kadar dikkatini çekmiştin. Daha önce bir Banshee gördüğünü sanmıyorum." diye açıkladı Percy. "İyi de Banshee olduğumda kanımı almalarına engel olan ne ?" diye sorduğumda Dionysos "Banshee'nin kanı yoktur Alison. Cansız varlıklardır. Nefes almazlar." diye cevapladı.
***
Awilda'da yaşayan yaratıklar için Dionysos gündüz kendilerini belli etmediklerini söylemişti. Gece avlanmaya çıktıklarını , gündüz bu orman bölgesini geçmenin bizim için daha sorunsuz olacağını söylemişti. Bölgenin orta kısımlarına geldiğimizde su sesi duyarak yönümüzü çevirmiştik. Nehir kenarına geldiğimizde fazlasıyla susamıştım. Kıyafetlerimiz adanın sınırından içeri giriş yaptığımız anda tuhaf bir şekilde değişmişti. Eski püskü ve yırtıklardı. Geçmiş zamanlarda koylarda , deniz kıyılarında yaşayan insanların kıyafetlerine benziyordu üstümüzdekiler. Percy ve Dionysos tişört sayılabilecek kıyafetlerini çıkarıp nehre daldıklarında kıyıya oturmuş onları izliyordum. Birbirlerini suda boğmaya çalışıyorlardı ki Percy için bu imkansızdı. Su içmek için ayağa kalkıp eğildiğimde nehrin dibi net bir şekilde görünüyordu. Hafifçe avucumu daldırıp suyla doldurdum. Geri çekildiğimde nehrin değişimini direkt fark ettim. Percy ya da Dionysos'a seslenmeye çabalasam da beni duyamayacak uzaklıktaydılar. Nehrin akıntısı hızlandığında ise Percy'nin bana seslendiğini duyabiliyordum ama şu an karşımdaki daha çok dikkatimi çekiyordu. Gülümsediğinde dudaklarımı aralayıp fısıldadım : "Ava ?"
***
"Merhaba Alison." sesi şırıltıların arasında yumuşacık geliyordu. Ne diyeceğimi bilemez halde onu izliyordum. Nehrin içinde yükselip zemine ayak basmıştı. Deniz kızlarını andırıyordu... Çıplak ayakları , sapsarı saçları ve gülümsemesi... Aynı bıraktığım gibiydi. "Benimle gelmek ister misin ?" sesi titriyordu. Gözlerinde tuhaf bir hüzün vardı. Percy ve Dionysos'un bizden tarafa koştuklarını görebiliyordum. Ava bakışlarını yavaşça onlara çevirdi. Birkaç saniye sonra tekrar bana döndüğünde elini uzatarak "Tekrar bırakma beni Alison." diye fısıldadı. "Beni kurtarabilirsin Alison , lütfen..." çaresizce onu izlerken arkamda bırakmak zorunda kaldığım insanların sanki hepsi birleşmiş de beni cezalandırıyorlarmış gibi hissetmiştim. "Yapamam Ava." dediğimde ifadesi bir anda değişti. Rüzgar arttı , nehir ikiye katlanıp yükseldiğinde Ava'nın şekli değişmeye başladı. "Melinoe ! Alison ondan uzak dur ! Melinoe o , Ava değil !" geri geri gittiğimde iki elimi havaya kaldırdım. Suyu emrime çağırdığımda Percy ve Dionysos da gelmişti. Percy de ben de suya hükmedemiyorduk. Ava bize doğru yürümeye devam ettikçe nehir daha çok yükseliyordu. Bileklerimize kadar şimdiden suya batmıştık. Geri geri adım atmaya devam ettikçe Ava üstümüze ilerliyordu. Bizi köşeye sıkıştırmak üzereydi. Yavaşça durup sakinleşmeye çalıştım. Düşünmeden tüm elementleri emrime çağırdığımda bakışlarımı ayaklarıma çevirdim. Şekil değiştirdiğimi görebiliyordum. Bembeyaz bir ten , çıplak ayaklar , kar beyazı saçlar... İki elimi Ava'ya doğru uzattım. Havada aklıma gelen ilk sembolü çizdim. İki V harfinin iç içe geçmiş haliydi. Serbest bıraktığımda Ava'ya çarptı sembol. İlk başta herhangi bir şey olmadı. Ava yavaşça gülümsediğinde Percy "Şimdi mahvolduk." diye fısıldadı. Ardından olanları takip etmem oldukça zordu. Nehrin tüm yüzeyini bir anda alevler kapladı. Geri savrulduğumuzda ağaçlara çarparak durabildik. Bakışlarımı nehre çevirdiğimde Ava'dan geriye kalan hiçbir şey yoktu. Sadece duyduğum çığlıkları vardı ve her yanı saran alevler...
***
"Melinoe derken ?" Percy'nin boynunda çarpmadan dolayı kanama vardı. "Gölgelerin ve Hayaletlerin Tanrıçası. İstediği şekle girebilir , istediği kişi olabilir. Pek iyi niyetli bir Tanrıça olduğu söylenemez. Karşısındakinin anılarından faydalanır ve bir nevi hipnoz yöntemini kullanır." çantadan çıkardığım iksiri Percy'nin boynuna damlattım. Yara yavaşça kapandığında nehrin üstündeki alevler de sönmüştü. Nehir normal durgunluğuna döndüğünde Percy ayağa kalkarak "Nasıl yaptın ? Suyu yakmayı nasıl başardın ?" diye sorduğunda omuzlarımı silktim. "Bilmiyorum , sembol..." diye fısıldadım. Dionysos "O sembollerin bir kaynağı olmalı Alison. Tarih boyunca hiçbir Aris böyle bir saldırı uygulamadı." bakışlarımı tekrar nehre çevirdim. "Yola devam edelim." dediğinde Percy tedirginliğimin farkındaydı. Konu kapandığı için sevinsem de cevabı kendim de merak ediyordum.
***
Anthos'un girişine yaklaştığımızda hava kararmak üzereydi. Awilda'dan bir an önce çıkmaya çalışıyorduk. Hava karardığında yaratıkların ortasında kalmak hiçbirimizin tercihi değildi. Çitlere geldiğimizde çiçek kokuları şimdiden kendisini belli ediyordu. Çitlerin arasında küçük bir kapı vardı. Kapıdan geçip çiçek bahçelerine girdiğimiz anda ormana karanlık çöktü. Ormanlık alan karanlık , bizim bulunduğumuz alan aydınlıktı. Çitin diğer tarafı geceyi yaşarken , çiçek bahçelerinin bulunduğu taraf gündüzü yaşıyordu. "Çok garip değil mi ? Bir çit ile gece ve gündüz ayrılıyor. Gece buradan öteye geçemiyor. Büyücüler efsanevi..." Percy ıslık çalarak çiçeklerin arasında yürümeye başladı. Peşinden giderken Dionysos da en arkada bizi takip ediyordu. Her renkten çiçekler her yeri kaplamıştı. Farklı farklı kokular birbirine karışmıştı. Belki normalde olsa rahatsız edici bir yoğunluğa ulaşırdı ama şu an havadaki koku o kadar hafifti ki... Hafif ve yumuşak... "Hekate'ye ulaştığımızda ya bize yardım etmeyi kabul etmezse ? Daha da kötüsü bizi esir olarak tutarsa ?" dediğimde Percy omzunun üstünden bana dönerek "Tabletleri içersin. Değerli olan sensin Alison hatta değerli olan sadece kanın." dedi. "Tabletlerin etkisi geçtiğinde peki Percy ?" diyerek kaşlarımı kaldırdım. Omuz silkti ve gülümsedi. "Jason'ın zamanında gelmesi için Efendi'ye dua ederiz. Gerçi Efendi'nin de pek kendinde olduğu söylenemez ama olsun." diyerek dalga geçti. Dionysos da gülmeye başlamıştı. Şu durumda bile dalga geçebiliyordu. Bakışlarımı çevrede gezdirmeye başladığımda Dionysos yolu yarıladığımızı söylemişti. Percy anında dönüp üstüme atladığında ise ne olduğunu anlamadan bende Dionysos'un üstüne düştüm. Kafamızın üstünden yatay olarak geçen kütleyi fark etmiştim ama daha ne olduğunu bile görememiştim. Percy şok geçirmiş halde bakışlarını bana odaklamıştı. "Bir kez sorun çıkmasın." diye bağırdığında bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Tam üstümüzde kanat çırpıyorlardı. 3 tane devasa ejderha... "Çiçek Şövalyesi'nin topraklarındasınız !" ejderhanın üstünde oturan zırhlı adam bize sesleniyordu. "Çiçek Şövalyesi kim ki ? Çiçek Tanrısı Pan değil mi !" Percy bağırarak konuşuyordu. Birkaç kez daha kanat çırpıp toprağa indiklerinde adamlar ejderhaların sırtından atlayıp ellerindeki mızraklarla bize doğru yürümeye başladı. Percy'den destek alarak ayağa kalktığımda "Siz yabancılar ! Efendi'nin topraklarındasınız ! Ya terk edin ya da Efendi'nin huzuruna çıkın !" üçü de aynı anda mızrakları göğsümüze çevirdi. Dionysos ellerini havaya kaldırarak "Tamam tamam. Efendiniz ile tanışmak isteriz." dediğinde adamlar anında Percy ve Dionysos'u hızla yere yatırıp ellerinden kelepçeledi. "Hey hey ! Tamam dedik bırakın onları !" engellemeye çalışsam da savaşçılardan biri mızrağı yan çevirerek beni geri itti. "Size farklı davranmamız emredildi. Lütfen bizi zor durumda bırakmayın Aikaterine." bakışlarımı Percy ve Dionysos'a çevirdiğimde savaşçılar onları ayağa kaldırmış ejderhalara doğru götürüyordu. "Siz bu taraftan." diye beni çevirdiğinde bakışlarımı diğer yola çevirdim. "Ne demek bu ? Aik... Bir şey söyledin , ne demek istedin ?" diye sorduğumda savaşçı eğilerek "Banshee demek. Efendimiz sizi bekliyor Aikaterine." diye fısıldadı.

ARİÇEM 3Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin