O gece boyunca herkes eğlenmişti. Uzun zaman sonra insanlarla bir araya gelmek, duyguları paylaşmak iyi hissettirmişti. Enis şarkısını bitirdiğinde insanların yüzünün düştüğünü hatta bazılarının sigaralarını yaktığını bile görmüştü. Buruk bir tebessümle devam etti şarkılara ve bir süre daha çaldıktan sonra gitarı İrem'e geri uzattı. Birkaç saat daha oturdular, epey geç olmuştu ve nihayetinde ateşi söndürüp evlere dağıldılar.
***
Doğukan, Melih ile paylaştıkları yatağın üzerinde kıvranıyordu. Erkenden uyanmıştı ama bu durumdan pekte şikayetçi değildi. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber kalkıldığında günün daha uzun ve verimli geçirildiğine inanıyordu. Melih, yüzüstü yatıyordu, kafasını da yastığına gömmüştü. Bir süre onu izleyip o şekilde uyuyarak nasıl nefes alabildiğini düşündü. Enis ise üzerindeki her şeyi fırlatmış, bir ayağı yerde diğer ayağı da kanepenin dirseğinin üzerinde duruyordu. Ağzı açık bir şekilde uyuyordu ve horluyordu, belli ki pek rahat değildi. Doğukan kendi kendine tebessüm etti ve doğrulup yataktan kalktı. Yatağa uyguladığı basınçtan ötürü yatağın yayları inmiş ve yeniden yükselmişti. Melih kafasını gömdüğü yastıktan kaldırıp tek gözünü araladı ve Doğukan'a doğru baktı.
''Uyandı büyük baş.''
''Sus lan, yat uyu sen.''
Melih kafasını yeniden gömdü ve iyice yayıldı.
Doğukan kapıyı aralayıp salona çıktığında üçlü koltuğun üzerinde kıvrılmış Eren'i gördü. Üzerinde de ince mavi bir battaniye vardı, ellerini bacaklarının arasında birleştirmiş sessizce uyuyordu. Lavaboya yöneldi ve elini yüzünü yıkadı. Dudaklarını büzüp saçlarına bakındı bir süre. Elleriyle şekil vermeye çalışıyordu fakat olacak gibi değildi. Mısra uyandığında ondan saçlarını kesmesini isteyecekti. Yeniden salona geçti ve oradan mutfağa girdi. Buzdolabını açıp kısa bir göz gezdirdikten sonra hazır herhangi bir şey bulamamıştı. Herkes için kahvaltı hazırlamaya karar verdi ve kollarını sıvadı. Sebzelikten birkaç patates aldı, onları yıkarken bir yandan da kafasındaki sofrayı kurguluyordu. Annesinden gördüğü kadarıyla patatesleri yapacak, usta olduğunu düşündüğü salçalı yumurtası ise final vuruşu olacaktı. Geriye kalan peynir, zeytin ve reçeller ise sofranın şöleniydi. Patatesleri yıkamayı bitirdikten sonra dilimleme kısmına gelmişti. Tezgahın altındaki çekmecelerden birini açtı, kaşık ve çatallar buraya dizilmişti. Bir üstteki çekmeceyi açtığında boy sırasıyla dizilmiş bıçakları gördü ve en büyüğünü alıp patatesleri doğramaya başladı. Hepsinin eşit biçimde olması gereken yerde, cips paketinin dibinde kalmış ufak kırıntılar gibi doğranıyorlardı. En sonunda sinirlenmişti Doğukan, kaşlarını çattı, bıçak ve patatesi iyice ortalayıp bıçağı sertçe bastırdı. Bu sefer güzel olmuştu, neşeyle gülümsedi. Diğer patateslere de aynısını yapmaya devam etti. Bu işlem ona çok vakit kaybettirse de görsel olarak tatmin etmişti. Birkaç patates daha doğradıktan sonra halihazırda doğradığı patatesin üzerindeki kırmızı leke dikkatini çekti. Bakışlarını öncesinde doğradığı patateslere çevirdi ve aynı lekelerin onlarda da olduğunu gördü. Kaşlarını kaldırdı, şaşkın bir ifadeyle eline doğru baktı. İşaret parmağının altında ince bir kesik vardı ve kanıyordu.
''OROSPU ÇOCUĞU!'' diye hırladı, bıçağı tezgahın üzerine fırlatmıştı.
Bir süre parmağını inceledi, hayati önemi olan bir şey olmadığının kanaatine varınca elini yıkadı ve mutfaktaki sarı bezi parmağına doladı. Bez neredeyse tüm elini kaplamıştı ve sarkıyordu fakat işini tek elle de görebileceğine inanıyordu. Kana bulanmış patatesleri sudan geçirip tavaya koydu, peşine de yeni doğrananları ekledi. Bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyordu, ocağın altındaki kapaklı dolabı açtı, gülümsüyordu. Bulduğu yağı dolaptan çıkardı ve kapağını açtı. Hafifçe eğerek tavanın içine boşaltmaya başladı. Bu olurken etrafa yağlar sıçrasa da pek umursamadı. Patatesler neredeyse yağın içinde gömülmüştü. Bidonu doğrulttu ve kapağını kapayıp tezgahın üzerine koydu. Tezgahın arka tarafında duran tuzun kapağını kaldırdı ve bir avuç alıp patateslerin üzerine serpti. Tavayı ateşe verdiğinde çekmeceden çıkardığı kaşıkla patatesleri çevirmeye başlamıştı. Yağ fokurdamaya başladıkça kızan yağlar üzerine doğru sıçrıyordu. Üzerindeki kazağıyla yüzünü kapatmaya çalıştı ve bir iki adım geriledi. Uzaktan eliyle uzanarak tavanın kapağını kapatmaya çalışıyordu fakat tavadan sıçrayan yağlardan biri koluna gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zombi Salgını / Felaketin Şafağı
Mystery / ThrillerArtık evrende ölüm hüküm sürecek... Ölüm zayıf bir insanı yakaladığında; onuru, aşkı, sevgiyi ve vefayı unutturur. Fakat bazıları dünyanın yeni düzeni ile iç içedir, ölümün masasına oturup şeytan ile pazarlık yaparlar. Tanrılar, inananlarını unuttu...