S2/Bölüm 8 -TOHUM-

269 35 10
                                    

Özgür'ün kırmızı Volkswagen Caddy'si ile yola devam ediyorlardı. Muhtemelen şu anda çiftlikte ufak çaplı bir kıyamet kopuyordu.

Mısra narkozun etkisiyle uyuklarken Enis ise nereye sürdüğünü bilmediği arabasını kullanıyordu. Bulutlarda biriken yağmur damlaları yavaşça çiselemeye başladı. Her düşen damlada bu ölülerin üzerinde gezdiği dünya biraz daha canlanıyordu. Enis arabanın camını aralayıp güzel toprak kokusunu içine çekti. Belki de uzun zamandır aldığı en güzel nefesti.

Yaşadığını hissediyordu...

Dikiz aynısından gözüne baygın haldeki Mısra ilişti. İstemsiz tebessümü yüzüne vurduğunda kafasını sallayarak düşüncelerinden arındı. Nereye gittiğini bilmiyordu, arabayı kenara çekip bir plan yapmaya karar verdi, bir yandan da yağmurun tadını çıkarabilirdi. Sakince yolun sol tarafına çekti. Aracın kapısını açtı ve sol ayağını dışarı attı. Bastığı anda da çizmelerine çamur bulaştı fakat umursamadan diğer ayağını da attı ve indi. Ormanın ortasındaydı, ağaçların arasından gelen tabiatın sesleri ona huzur veriyordu. Öten bütün o güzel kuşları duyabiliyordu. İki elini yumruk yapıp kaputun üzerine koydu ve o ana iyice odaklandı. Hissettiği huzur gittikçe artıyordu. İçine istemsiz bir üzüntü gelmişti ama daha fazla yayılmadan son buldu. Tam o anda sol omzunda bir el hissetti, o el omzunu sıkıca kavrıyordu. Arkasına hızlı bir şekilde dönüp, sağ eliyle, omzunu kavrayan kolu savurdu. Omzuna dokunan kişiyi gördüğünde bunun bir aylak olduğunu anladı. O kadar odaklanmışken boğuk hırıltıları duyamamıştı. Üzerinde asker üniforması vardı, üniforması yeni gibi duruyordu. Muhtemelen dönüşeli sadece günler olmuştu. Birkaç adım gerilerken virüslünün yüzüne odaklandı. Antalya'da pikaptayken onu omzundan vuran adamı görüyordu.

"Yine mi sen?" diye seslendi, endişeli yüzü yerini nefrete bırakmıştı.

Adamın Enis'in vücudunda açtığı yara hala taze sayılabilirdi. Omzunu ileri geri yaparak esnetti, anıları canlanmıştı. Ardından da kafasını silkeleyip kendini toparladı. Aylak bir adım atıp atıldığında Enis iki adım daha geriledi ve bacağına bağlı olan bıçağı hızlı bir hareketle yerinden çıkardı. Fal taşı gibi açık olan gözleri, aylağın olmayan göz bebeklerinin içine bakıyordu. Virüslünün ona daha fazla yaklaşmasını beklemeden, üzerine atılıp, uzun bıçağını aylağın şakağına soktu. Bıçağı çektiğinde yapışkan sıvı biçimsizce süzülüyordu. İçindeki son hayat parçası da yok olan aylak çamurun içine düştü. Yeni üniforması artık yeni görünmüyordu. Çamurun içinde biçimsizce yatan aylağa doğru iyice eğildi. Dikkatlice baktığında bunun o adam olmadığını fark etti. Aklı ona oyun oynamıştı. Cesede bir tekme atıp yolun kenarına iteledi. Sonra da gidip arabasına bindi.

Mısra hala baygındı ve öylece yatıyordu. Gözlerini ondan alamayan Enis tekrardan bir plan yapması gerektiğini hatırladı. Nereden başlaması gerektiğini bilmiyordu.

"Acaba Melih ne yaptı?" diye geçirdi aklından.

Fazla düşünmeden, onu unutup, erzak arayarak işe başlayabileceğini düşündü. Aklına şehir merkezine gitmek geldi. A13B salgını ilan edildiğinde herkes evlerine çekilmişti. Büyük ihtimalle şehir merkezi boştu ve kalan erzaklar alınmayı bekliyordu. Arabanın vitesini yükseltip gaza asıldı fakat her dikiz aynasına baktığında Mısra'yı görüyordu. Yola bir süre daha devam etti ama gözü sürekli arkaya kayıyordu. Aklından yapmaması gereken şeyler geçmeye başladı. Kendi kendine kızıyordu Enis.

"Hayır... Hayır..."

Yapmaması gerektiğini biliyordu. Aklından bu düşünceyi söküp atması gerekiyordu. Fakat o düşünceyle dövüştükçe iyice şehvetleniyordu. En sonunda kendisine yenik düştü ve arabayı yolun kenarına çekti. Kapıyı bile açmadan önde bulunduğu koltuktan arkaya atladı. Mısra'nın pantolonunu çıkartıp bir kenara attı. Hızla iç çamaşırlarını da çıkardığında kız tamamen çıplaktı ve onun olmayı bekliyordu. Çok geçmeden tişörtünü aralayıp göğüslerine ellemeye başlamıştı. Sonra da erkekliğini çıkarıp kızın içine sert bir şekilde girdi.

Mısra mırıldanıyordu. "Yapm... Yapma, lütfen..."

Artık Enis içeri girmiş ve şehvetle ileri geri gitmeye devam ediyordu. Çaresiz durumda olan Mısra ne kıpırdayabiliyordu ne de konuşabiliyordu ama duyabiliyor, görebiliyor ve en derinlerine kadar hissedebiliyordu. Yaşla dolu, yalvaran gözleriyle Enis'e bakıyordu fakat Enis aldırış etmeden hışımla işini görüyordu. Mısra son gücünü de kullanıp güçlükle Enis'in omuzlarını tuttu, fakat kuvvetini yeniden kaybetti. Enis en sonunda, bir domuz gibi kızın içine tohumlarını bıraktı... Bu, dünyanın şu anki halinde yapılması gereken son şeydi. Nihayetinde derin bir nefes çekti ve kızın üstünden çıktı. İşi bittiğinde, pantolonunu giymeye tenezzül bile etmeden ön koltuğa geçti.

Ne yaptığının farkında değildi.

Elini arabanın direksiyonunun ve konsolunun üzerinde gezdirmeye başladı. Sonunda torpidoyu açtı. İçinde daha hiç açılmamış, bir paket uzun Parliament vardı. Zippo çakmağı da tüm zarafetiyle yanında duruyordu. İkisini de aldı, paketi elleri titrerken dikkatsizce açtı ve içinden bir dal sigara çıkarıp ateşledi. Arabanın içi dumanla dolmuştu. Mısra dumanın etkisiyle öksürmeye başladı. Enis tekrar dikiz aynasından baktığında bütün çıplaklığıyla orada duran Mısra'yı gördü. Tüm bu manzarayı görünce az önce ne yaptığına anlam vermeye çalışıp kafasını ellerinin arasına aldı ve ağlamaya başladı. Sessizce söyleniyordu.

"Hayır... Hayır... Ne yaptım ben...."

Bir yandan sigarasını içip bir yandan da ağlamaya devam etti. Mısra'yı giydirmek istiyordu fakat ona dokunmaya korkuyordu, utanıyordu...

En sonunda sigarasını sonuna kadar çekip ciğerlerini dumanla doldurdu ve izmaritini camdan dışarı attı. Tüm cesaretini toplayıp Mısra'ya yöneldi. İlk başta gözlerini kaçırarak giydirmeye çalışsa da pantolonunu giydirirken bir yandan da bacak arasına bakıyordu. Birkaç dakika içinde Mısra'yı giydirmişti ve kendisi de giyindi. Bir süre daha düşündükten sonra kafasını yavaşça arabanın deri direksiyonuna yaslayıp tüm pişmanlığı ve çaresizliğiyle uykuya daldı.

Zombi Salgını / Felaketin ŞafağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin