S2/Bölüm 7 -KAPAN-

254 43 2
                                    

Umutların başladığı ve de tükendiği andı. Bu, bir başlangıç ya da bir sondu. Onca şeyin ardından, 'peki neden?' diye sordu kendine. Virüsün çaresi, bir yolu, bir sonu yok muydu? Her şeyin bir sonu olduğuna inanıyordu fakat bu... Tanrının gazabı mı yoksa şeytanın oyunu muydu?

Eğildi ve verilen çantayı aldı. Kimin konuştuğunu bilmese de izlendiğini biliyordu. Kafasını iyice dikleştirdi.

''Teşekkürler...''

***

Bir günü daha arkasında bırakmış, Ankara yolunda ilerliyordu. Artık sessizlikten keyif alıyor, içindeki son umutla, son kampa gidiyordu. İki saat daha yürüdükten sonra lambalara geldi. Önceden araçların kırmızıda durduğu bu alanı salgın tamamen durdurmuştu. Onlarca araç birbirine girmiş, birkaç ceset hala yerde yatıyordu. Yolun karşısına geçti ve kaldırıma çıkıp merdivenlerden aşağı indi. Doğukan'ın evinin önüne gelmişti. Mahallenin girişinde öylece dururken bir süre düşündü. Eskilere dalmıştı...

Yerdeki kopuk teli fark etti, bakışlarıyla takip ettiğinde karşı eve bağlandığını gördü. Tel, Doğukanların evinin tarafından kopmuştu. Bir süre etrafı süzdüğünde karşı evin önündeki virüslüyü fark etti. Arkası dönük bir şekilde öylece dikiliyordu. Saçları dökülmüş, ensesinde birkaç tel kalmıştı. Hemen önünde ise bir valiz duruyordu. Elindeki çantayı yavaşça yere bıraktı ve virüslüye doğru yaklaştı. Aylak önce kafasını sonra da vücudunu çevirip Melih'e döndü. Elmacık kemiklerinin belirginliğinden gözleri neredeyse görünmüyordu. Sallana sallana gelmeye başladığında Melih, virüslünün omzunda saplı olan bıçağı gördü. Burnunu çekti, gözleri bıçaktaydı. Sahip olduğu her şeyi çiftlikte kaybetmişti. Çıplak elleriyle aylağı öldürmesi zor olacağından önceliği o bıçaktı. Virüslünün yaklaşmasını izin verdi, elleri ile gardını aldı ve bekledi. Aylak iyice yaklaştığında kollarını uzatıp bedenini ileriye doğru saldı. Melih, aylağın kolunun altından geçerken sağ eliyle bıçağı tutmuş ve tüm gücüyle çekmişti. Virüslü savrulup yere kapaklandı, Melih ise elindeki bıçağa bakıyordu. Hızla yerdeki virüslüye atıldı ve ensesine sert bir bıçak darbesi indirerek işini bitirdi. Eğildi ve bıçağı ölünün kıyafetlerine silip temizledi.

Ayaklandığında gözleri valizdeydi. Çantada güzel bir şeyler bulmayı umuyordu. Uzun süredir orada durduğunu valizin eski ve hırpalanmış görünüşünden anlamıştı. Daha fazla beklemeden çantayı açtı, içinde bir şeyler havluya sarılıydı. Havluyu çektiğinde paketlerce makarnanın öylece durduğunu gördü. Hepsi taze ve paketliydi. Melih'in yüzünde büyükçe bir tebessüm oluştu. Makarnaları da alıp kendi çantasına koyduktan sonra ayağa kalktı. Daha fazla vakit kaybetmeden kampa ulaşması gerekiyordu, sokaklar güvenli değildi. Bir saat kadar daha yürüdü. Orman yoluna girmiş, Kestel'e güvenle varmayı ümit ediyordu. Ormanda virüslü olma ihtimalinin daha az olduğunu düşünüyordu. Gökyüzündeki üç beş yıldızın ışığıyla yolunu bulmaya çalışırken bir geyik leşinin yanına gelmişti. Ceset çürümüş ve parçalarına ayrılmıştı. Yüzünü ekşitti, burnunu kapayarak sol tarafa geçti ve adımlarını hızlandırdı. Birkaç adım daha attığında bir şeyin ayağına dolandığını hissetti. Kafasını indirip o şeyin ne olduğuna bakacağı sırada da ip gerilme sesi duydu ve yukarıya doğru havalandı.

Bu bir tuzaktı.

Üzerindeki şoku attıktan sonra ayağına baktı. Kalınca bir ip sağ ayağına sıkıca dolanmıştı. Yerden neredeyse iki metre yüksekteydi. Bir süre etrafına bakınıp herhangi bir şeyi üzerine çekip çekmediğini gözlemledi. Kimsenin gelmediğinden emin olduğunda bıçağını çıkardı ve iyice gerilip ayağına ulaşmak için doğruldu. Ayağına tam erişmişti ki bıçak elinden düştü. Kendini saldı ve yerdeki bıçağa baktı.

''SİKTİR!''

Sabah olmadan kurtulması gerektiğini çok iyi biliyordu çünkü bu tuzağı kim hazırladıysa, kesinlikle kontrol etmeye gelecekti.

Bi' çare ileri geri sallanmaya başladı. Yukarıdaki dala ulaşabilirse belki kurtulabilirdi. Birkaç denemeden sonra dalı tutacağı sırada, dal elini kesmişti. Acıyla diğer eliyle kesiğe baskı yaptığında hala havada sallandığını unutmuştu. Dengesini sağlayamadı ve başını ağaca çarpıp bayıldı. Çok geçmeden kafasından süzülen kanlar toprağa damlayama başlamıştı.

Saatler sonra havlama sesleriyle gözlerini açtığında yüzündeki karıncalanmayı hissediyordu, neredeyse kusacaktı. Gece saat dört-beş sularıydı, doğudan güneş yavaşça yükseliyordu.  Başını kaldırdı, dişlerini sıkmıştı. Kafasındaki sızıyı hissedip elini başının arkasına doğru götürdü. Yaklaşık üç santimlik bir kesik vardı.

Hemen aşağısında bir köpek deli gibi havlıyordu. Kendine geldiğinde korkuyla köpeğe baktı. Siyah, sıska ama oldukça atik gözüken bu hayvanın pek dostane olduğu söylenemezdi. Dişlerini birbirine vurarak havlamayı bıraktı, sadece hırlıyordu ve oldukça öfkeliydi. Aç kalıp ormana girmiş olmalıydı. Artık istese de aşağı inemeyeceğini biliyordu, orada öylece asılı da kalamazdı... Biraz soluklandıktan sonra köpeğin gözlerine baktı.

''Hey...''

Zombi Salgını / Felaketin ŞafağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin