Gün doğmuş, güneş tepede yerini almıştı.
Gözlerini kapadı Melih ve kollarını iki yana açtı. Rüzgar saçlarını savururken, başını gökyüzüne kaldırdı. Uzun süre sonra yeniden özgür hissediyordu. Uçuyormuş gibi kollarını aşağı yukarı kaldırıp indiriyordu hafifçe. Kafasını da sanki rüzgarın ritmine göre sallıyordu. Enis aynadan bunu fark edip tebessüm etmişti, gazı biraz hafifletti.
''Çok güzel değil mi?''
Gözlerini açtı Melih, tüm huzuru yok olup gitmişti. İfadesiz yüzünü takındı ve kafasını imalı bir şekilde iki yana sallayarak cevapsız kalmayı tercih etti. Enis, kaşlarını çatmıştı. Gaza yeniden asıldı.
Muhabbet etmeden ilerleseler de ikisi de içinde büyük birer savaş veriyordu. Tüm tanıdıklarını, dostlarını kaybetmişlerdi. Melih'in kafasından tonla senaryo geçerken, Enis'in kafasında Melih ile anlaşamazlarsa sonucunda ne yapacağının kurgusu oluşmaya başlamıştı. Enis, daha fazla dayanamadı.
''Ne bok yiyeceğiz böyle? Küs kızlar gibi mi takılacağız?''
''Seni öldürmek için tek bir sebep daha arıyorum.''
Enis güldü.
''Daha fazla bokunu çıkarmadan yolumuza odaklanalım, hayat devam ediyor. Üzgün olduğumu da söyledim.''
''Sadece tek bir sebep ver.'' diye mırıldandı Melih.
Enis yeniden güldü, Melih'in bu hallerini tanırdı. Ne kadar nefret dolu olsa da içinde sevgi barındırdığını çok iyi biliyordu.
"Aşağıoba diye bir köy var civarda. Oraya sür, birkaç gün dinlenip kafamızı toplamamız lazım. Erzak falan da ararız.'' diye seslendi Melih.
Enis'in kafasında beklemek gibi bir plan yoktu, kaşlarını çatmıştı. Ardından da konuştu.
"Tatile çıkmıyoruz unutma. Uludağ'a gideceğiz. Bu aptal planı biz başaracağız... Doğukan'ın istediğini ben başaracağım...''
''Kafamda çanlar çalıyor Enis, düşünecek halde değilim. Düşünmeden hareket etmekten de nefret ederim. Sür şu aptal köye ve bana biraz huzur ver. En azından bir günlük bir huzur.''
Enis bundan memnun değildi ama yine de başını salladı ve gazı iyice kökledi. Motor sanki öne doğru uzamıştı. Melih bir anlığına dengesini kaybetti ancak yine toparladı. Motor hızlandıkça yolculuk daha zevkli hale geliyordu, direksiyon ile zikzak çizerek kendini eğlendiriyordu Enis.
***
O katliamın yaşandığı, tırın ve cesetlerin olduğu taraftan uzaklaşmış, tepenin diğer tarafındaki kıvrımlı ve yokuş aşağı giden yoldan ilerliyorlardı. Açık arazide bir-iki kilometre ötede de Aşağıoba köyü görünüyordu. Düz arazi üzerine kurulmuş, yaklaşık elli haneli bir köydü. Oldukça kurak ve boş görünüyordu. Çevre yolunun hemen kenarına kurulmuştu. Etrafında ise seyrek ağaçlardan oluşan yaklaşık iki kilometrelik bir arazi vardı. Enis kaskının rüzgarlığını kaldırdı ve ileriye odaklandı. Rüzgardan sesi zor duyulduğu için bağırarak konuşuyordu.
"Bu köy tamamen ölü görünüyor, silahını hazırda tut."
Melih başıyla onayladı ve tabancasının emniyetini kapadı.
Hızlıca ilerlemeye devam ettiler ve köye vardılar. Motoru güzel ve yeşil bir incir ağacının gölgesine bırakıp indiler. Şafaktan beri yolculuk yaptıklarından bacakları uyuşmuştu. İyice gerindiler ve bacaklarındaki karıncalanmanın tadını çıkardılar. Melih hala esneme hareketleri yaparken Enis kaskını çıkarmış etrafı inceliyordu. Köy sanki dut kokusuyla kaplanmıştı. Cebinden bir dal sigara çıkardı ve ateşledi. Melih, Enis'in sigarasını yaktığını gördü ve kaşlarını çattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zombi Salgını / Felaketin Şafağı
Misterio / SuspensoArtık evrende ölüm hüküm sürecek... Ölüm zayıf bir insanı yakaladığında; onuru, aşkı, sevgiyi ve vefayı unutturur. Fakat bazıları dünyanın yeni düzeni ile iç içedir, ölümün masasına oturup şeytan ile pazarlık yaparlar. Tanrılar, inananlarını unuttu...