Doğukan başını gökyüzüne kaldırdı, tebessüm ediyordu. Melih, şaşkın gözlerle ona bakarken fısıldadı.
''Hayattasın...''
''Galiba...'' dedi Doğukan, bakışlarını gökyüzünden alıp Melih'e çevirmişti.
Ardından da Melih, Doğukan'ın dibine kadar geldi. Eski dostunda değişmeyen tek şey gözleriydi. Sıkıca sarıldı. Normalde, dostları ile sarılmak veya o tür şeyler yapmak yerine kısa el selamlaşmalarını tercih eden biriydi. Bu sefer farklıydı, karşısında öldüğünü sandığı dostu duruyordu... Sesi titrerken kelimeleri zar zor birleştirip birkaç cümle söyleyebildi.
''Ben... Sizi orada öylece bıraktım.'' nefes verdi. ''Özür dilerim. Ben... Belki de kalıp yardım etseydim her şey farklı olabilirdi. Belki de...''
Melih'in cümlesi bitmeden Doğukan söze girmişti. Elini Melih'in omzuna atıp gözlerinin içine baktı.
''Senin suçun değildi. Kim bilebilirdi ki böyle bir şey olacağını?'' gülümsedi ''Emin ol orada olsaydın belki de şu an ikimiz de burada olmayacaktık. Cehennem gibiydi...''
''Ama sen hala hayattasın.''
Doğukan yeniden gülümsedi.
''Seni öldürmeyen şey güçlendiriyor işte.''
Bir anlığına etrafa sessizlik hakim olmuştu. İnsanlar birbirlerine bakıyor, olan biteni merakla izliyordu. Sessizliği ilk bozan Enis oldu.
''Daha bana bile başından geçenleri anlatmadın. Ne zaman konuşacaksın?'' bir yandan da gözlerini Melih'ten kaçırıyordu.
''Zamanı var.''
***
Mısra, uzaktaki bir binaya sırtını dayamış nefretle Enis'e bakıyordu. Gözlerini kapattı. Tüm olanlar, hepsi aklındaydı. O gece hareketsizliğini, direnişini, yalvarışını her şeyi ama her şeyi hatırlıyordu. Gözlerinin yaşla dolduğunu hissetti. Derin bir nefes alıp yeniden gözlerini açtı. Cebinden bir dal sigara çıkartıp ateşledi, sonra da elini pantolonunun arka cebine attı. Çıkardığı şey hamilelik testlerinden biriydi. Daha kullanmamıştı, korkuyordu. Bebek sahibi olmak böyle bir dünyada belki de olması gereken en son şeylerden biriydi...
Melih ve Enis karşı karşıya gelmişti. Enis kendine uzatılan eli gördü. Her şeye rağmen Melih ona elini uzatmıştı. Bir süre Melih'in eline baktı ve çekinerek o da elini uzattı.
Soner araya girmişti.
''Ne hoş, eski dostların kavuşması!'' Herkes ona dönmüş öylece bakıyordu, devam etti. ''Neyse ki hasret giderme işini sonra halledebilirsiniz. Kaldırın kıçınızı ve hemen yerleşin.'' Eliyle arkada duran adamlarından birini çağırdı. ''Bu Ahmet, size Kestel kampının şartlarından ve neler yaparak buraya katkıda bulunabileceğinizden bahsedecek.'' dedi, Doğukan ve Enis'in silahlarını Ahmet'e teslim etti.
Ahmet, genç bir çocuktu. Yirmili yaşlarında, orta boyluydu. Saçları düz ve ileri doğru, kaşları yay gibi uzun ve neredeyse birleşikti.
''Hoş geldiniz.... Siz de sizden önce gelenler gibi temizlenip paklanın. Sonra da hepinizin bazı testlerden geçmesi gerekecek.'' Elindeki silahlara baktı. ''Bu süreçte de silahlarınız benimle kalacak, merak etmeyin. Her şeyi hallettikten sonra size geri verilecekler.''
''Teşekkürler.'' dedi Doğukan kısaca.
Tek isteği yıkanıp, güzel ve huzurlu bir yatağa kavuşabilmekti.
''İyi bakalım, haydi gelin de kalacağınız evi göstereyim size.''
Ahmet en önden ilerliyor, Melih ve Doğukan hemen onun arkasında, Enis ise en arkadan geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zombi Salgını / Felaketin Şafağı
Misterio / SuspensoArtık evrende ölüm hüküm sürecek... Ölüm zayıf bir insanı yakaladığında; onuru, aşkı, sevgiyi ve vefayı unutturur. Fakat bazıları dünyanın yeni düzeni ile iç içedir, ölümün masasına oturup şeytan ile pazarlık yaparlar. Tanrılar, inananlarını unuttu...