[Bölüm şarkısı: Andrea Wasse - Sinners and Saints ]
•●·•●•●·•●•●·•●•●·•●•●·•●•●·•●•●
Belinin aşağısından vuran sızıyla gözlerini açmıştı, direksiyonda uyuyakalmış olan Enis'i gördüğünde yeniden gözlerini kapadı. Derin, nefret ve korku karması bir iç çekmişti. Dünden kalan her bir anı hatırlıyordu. İnsan eti yiyen yamyamlar, Melih'in arkada bırakılışı ve Enis'in yaptığı korkunç şey. Gözleri yaşarmıştı, kırık hissediyordu, kirli... Bir daha asla güvenemeyeceğinden emindi, hiç kimseye, hiçbir şeye...
Güneşin doğmasına yaklaşık bir saat vardı. Yeniden gözleri Enis'e kaydı, yüzünü ekşitmişti. O yaptığı şeyden sonra nasıl huzurla uyuyabiliyordu. Kafasını direksiyona yaslamıştı ve elleri serbest bir biçimde öylece uyuyordu. Beline taktığı komando bıçağı da hala üzerindeydi. Birkaç saniye düşündü Mısra, yerinden doğruldu ve sessiz ama etkili bir hamle yaparak bıçağı yerinden çıkardı. Sıkıca kavramıştı, tüm nefretiyle Enis'e bakıyordu şimdi de. Onu çabucak bir şekilde öldürebilirdi, 'hak ettiği' bu diye geçiriyordu içinden.
''Bunu hak ediyor... Bunu hak ediyor...''
Defalarca kafasının içinde tekrarladı bu cümleyi. Ellerine baktı, titremiyordu. Nefreti tümüyle onu ele geçirirken birden duraksadı, gözleri doldu yeniden. Ne olduğunu bilmediği bir sebepten ötürü yaşamasına izin verdi. 'Ölüm onun için bir kaçış yolu, kaçamayacak...'' diye mırıldanıyordu iç sesiyle bir yandan da kafasıyla kendini onaylarken. Sessizce arabadan indi, kapıyı kapatmamıştı. Arabaya bir süre göz gezdirdikten sonra arka tekerin oraya eğildi ve elleriyle tekerin önünü kazmaya başladı. Ufak bir oyuk açtıktan sonra da bıçağı tekerin önüne dik bir şekilde gömdü ve üzerini de kumla kapattı. Enis'in konforlu bir yolculuk yapmasını istemiyordu...
Gitmesi gerekti artık, iki adım geri attığında sırtına vuran soğuğu hissetti. Ellerini kapadı ve kollarına sürtüştürerek ısınmaya çalıştı. Çiftlikte verilen kıyafetler hala üzerindeydi, bunlarla bu mevsimde devam etmesi neredeyse imkansızdı. Kaşlarını çattı ve duruşunu dikleştirdi. Dünden beri yağan yağmur durmuş, etrafı çamura bulayıp gitmişti. Bursa'yı tanımıyordu ama Uludağ'ı görebiliyordu. O yöne gitmeye karar verdi. Ormana daldı ve ağaçların arasından, çamurun içinden yoluna devam etti. Her on adımında bir ayağı çamura batıyor ve çıkarmak için beş-altı saniyesini harcıyordu. Biraz daha yürüdükten sonra ileride ağaçların bittiğini gördü. Saçlarını geriye attı ve adımlarına devam etti. Neredeyse ormanın bitimine varmıştı, yirmi metre sonrasında çamurdan kurtulacaktı. Yeniden ayağını kaldırdı ve indirdi. Bu sefer ayağı neredeyse dizine kadar batmıştı. Birden derinleşen bu zemin korkutmuştu onu. Elleriyle bacağını kavradı ve çekmeyi denedi. Başaramamıştı, diğer ayağıyla destek almak isterken onun da diğer tarafa saplandığını fark etti. Donuk bir ifadeyle bacaklarına bakıyordu. Saçları yeniden yüzüne düşmüştü ve oldukça yorgundu. Duyduğu hırıltıyla kafasını kaldırdı Mısra. O gördüğü ağaçların bitiminden ona doğru gelen irice bir virüslü vardı. Yanakları oldukça dolgun, pörtlek gözlü göbekli bir adamdı bu. Oldukça sağlam duruyordu fakat kilosu yüzünden çok yavaş hareket ediyordu. Kanında salgılanan adrenalini hissetti. Yeniden bacaklarına döndü ve elleriyle çekelemeye çalıştı. Diğer bacağını biraz kurtarsa bir diğer bacağı batıyordu. Zıplamayı denedi çaresizce, kımıldayamamıştı bile. Virüslü git gide yaklaşırken birkaç denemeden sonra kurtulamayacağını anlamıştı. Nefes nefese bir şekilde kafasını kaldırdı ve aylağa baktı.
''Karanlığa gömülmüş korkuların asi çocuğuyum ben,''
Virüslünün gözlerine bakarak konuşuyordu;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zombi Salgını / Felaketin Şafağı
Misterio / SuspensoArtık evrende ölüm hüküm sürecek... Ölüm zayıf bir insanı yakaladığında; onuru, aşkı, sevgiyi ve vefayı unutturur. Fakat bazıları dünyanın yeni düzeni ile iç içedir, ölümün masasına oturup şeytan ile pazarlık yaparlar. Tanrılar, inananlarını unuttu...