27 Eylül 2015
Ankara
Minik bir serçe günün ilk şarkısını mırıldanıyordu balkonumun demirinde. Hemen alt sokakta dolaşan simitçi abinin gür sesi ise nakaratlarda minik serçeye eşlik ediyordu. On dakikaya bir bulutlar yavaşça güneşe sokuluyor ve ufak bir muhabbet etme ihtiyacı hissediyorlardı. Bu kısa muhabbetler acaba yağmur yağar mı? Sorusunu zihnimde hızla parlatırken minik serçenin şarkısı geri plana düşüverdi. Söz veriyorum, yarın sabah sonuna kadar dinleyeceğim.
Hızla dolabıma döndüm, en alt çekmeceden turuncu şemsiyeyi alıp çantama attım ve aynanın karşısına geçtim. Özenle şekillendirdiğim saçlarıma son bir hamleyle volüm verdim. Hazırım, ey halkım!
Aşağıdan gelen didişme seslerinden anlaşıldığı üzere dedem kahvaltıya geciktiğim için homurdanıyor, anneannem ise her zaman olduğu gibi beni savunuyordu.
Ahşap merdivenlerin başına geldiğim sırada derin bir nefes aldım. Bugün yepyeni bir gün. Bugün her şey farklı olacak.
Ben, Belinay'ım. Gün gelir de unutursam korkusuyla yaşarım her anı. Üzüntümün, sevincimin, kahkahamın ve gözyaşımın kıymetini bilirim. Canımdan can kopuyormuş gibi hissettiğimde bile isyan etmeden son demine kadar sessizce yaşarım. Çünkü bırakın bir günü, bir saniyeyi bile geri alamam. Bu yüzden de ileride pişman olmamak için her şeyi enine boyuna tartarım zihnimin paslı terazisinde.
Ben, Belinay'ım. Gün sonunda babamın masasına kurulurum. Rıfkı'nın sayfalarına resmeder gibi yazarım günümü. Çünkü biliyorum, belki o gün nasıl delice güldüğümü hatırlayacağım fakat neye güldüğümü unutturacak zalim zaman. İşte bu yüzden o gün gözlerimin değdiği her şeyi, ellerimin dokunduğu her yeri kaydetmek zorundayım. Çünkü biliyorum, bir gün hepsini unutacağım. Yok olacağım ve unutulacağım. Unutmak ve unutulmak kaçınılmaz değil mi? Benden geriye sadece anılarım kalacak.
''Belinay kahvaltı hazır yavrum!''
Anneannemin sesiyle merdiven başı edebiyatımı sonlandırdım ve hızlı adımlarla aşağıya indim. Mutfağın önüne geldiğimde omzumu kapı pervazına dayadım ve tontonlarımı sessizce izledim. Dedem burnunun ucuna taktığı gözlüğüyle ve çatık kalın kaşlarıyla gazete okuyordu. Gerçi bu haliyle okumaktan ziyade her an gazeteyi parçalayacak gibi görünüyordu. Anneannem, dedemin aksine her sabah olduğu gibi bir çiçekten farksızdı. Masadaki bardaklara çay doldururken ''Gece geç yattı herhalde, uyanamadı,'' diye mırıldandı kendi kendine.
''Gecenin bir saatine kadar o telefon denilen zıkkımın içine düşerse uyanamaz tabii eşek sıpası!''
Dedemin hararetli homurtusu üzerine bu defa kaşları çatılan kişi Nevin Sultan oldu.
''Kocaman kıza eşek sıpası demek de nereden çıktı Sami? Yaşlandıkça bir şeyler oluyor sana be adam!''
Dedem güler gibi tuhaf bir ses çıkardı anneannemin sözleri üzerine. ''Aa, haklısınız Nevin Hanım. Siz paşa torunu olduğunuz için böyle sözler size ters, affınızı talep ediyoruz.'' dedi gözlüğünün üstünden bakarak.
Anneannem cevap vermeye hazırlanırken sanki aşağıya yeni inmişim gibi coşkulu bir giriş yaptım mutfağa.
''Günaydın tontonlar!''
''Eşek sıpasına bak hele! Tontonmuş,'' diyerek cıkcıkladı huysuz adam.
''Daha iki dakika evvel ne konuştuk seninle Sami Bey?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzden Güzel
Spiritualİkişer üçer çıktığı basamaklar nihayet tükendiğinde göğsü küçük bir serçe gibi hızla inip yükseliyordu. Fakat tüm bunlara rağmen heyecanı ayaza meydan okuyan bir kardelenden farksızdı. Kahverengi ahşap kapıya uzandığı esnada kapıyı aralayıp ay gibi...