Küçücük bir kız çocuğu iken anneannem "Her kar tanesini bir melek indirir,'' demişti. Pencerenin öte tarafında Nevin Sultan'ın sözlerini tasdiklercesine sanki göğün kapıları yeryüzüne açılmış, melekler birer birer zarflanıp mühürlenmiş rahmet mektuplarını sahiplerine ulaştırmak üzere adeta yarışa girmişti. Ara ara sokağı yoklayan rüzgar, sessizliğe gömülmüş oturma odamıza senfonik bir uğultu sunuyordu.
Dizlerime örttüğüm gül kurusu rengindeki pelüş battaniye, biraz evvel demlediğim papatya çayının kokusu ve Bay Darcy üçgeninde tam zamanlı bir ev kedisi gibi hissediyordum. Ali ile köşe takımının iki ayrı ucunu paylaşıyor olmak bu ev kedisini son derece huysuz bir hale getiriyor ama ve fakat yanına sokulmak için en ufak bir hamlede dahi bulunamıyordum. Papatya çayının huysuzluğumu dindireceğini ümit ederek demliği elime alırken kaçamak bakışlarıma engel olmak için herhangi bir girişimim yoktu.
Modelini yeni yeni kaybeden saçları, kirli sakalı ve siyah boğazlı kazağı ile bana sunduğu görsel şölenden bir haber portatif masasına eğilmiş vaziyette Uluslararası Deniz Hukuku çalışıyordu. Ara sıra doğruluyor kah alnını kaşıyor kah saçlarını karıştırıyordu. Ellerini ensesinde birleştirip bedenini esnettiği bir esnada Bay Darcy'nin kurduğu cümleyi belki de ellinci kez okuyor fakat asla algılayamıyordum.
Aramızda maksimum üç yetişkin insan bedeninin sığacağı kadar bir mesafe olduğu bilimsel bir gerçekti, doğru. Fakat bana soracak olursanız bu mesafeye koca bir okyanusun sığması da mümkündü. Bunu size nasıl kanıtlayabilirim ki? Mesafe konusunda kişisel tercihim elbette bir nefes uzaklığıydı. Tabii eşiniz halen öğrenciyse ve hukuk kitapları ile arasında bir türlü anlayamadığınız derin bir tutku varsa bu mesafe üç yetişkin insan bedenine evrilebiliyordu.
Kitabını okusana kızım diyen iç sesime boynu bükük bir vaziyette kulak vererek birkaç sayfa ancak ilerlemiştim ki kucağımda hissettiğim hatrı sayılır ağırlıkla dudaklarım babasına nazlanıp şımarma fırsatı bulmuş kız çocuğu gülümsemesini aratmayacak bir gülümsemeye ev sahipliği yaptı. Artık aramızdaki tek engel göz hizama yakın bir noktada tuttuğum Gurur ve Önyargı idi.
Kitabımı nazikçe kavrayıp aramızdan bir perde gibi sıyırdığında güzel yüzü meydana çıktı. "N'aber?'' dedi serseri gülüşü kalbimi hoplatıp zıplatırken. "Sonunda sıra bize geldi,'' dedim asla taviz vermeden. Bu serseri gülüşe pabuç bırakacak değildim elbette, sabahtan beri bu köşede oturuyor ve birazcık ilgi bekliyordum. "Bazen ders kitaplarımı kıskandığını düşünüyorum,'' Kıstığı gözlerine huysuz huysuz baktım bir süre. "Seni benden alıkoyan şeylerden hoşlanmıyor olmaksa suçum, suçluyum sayın savcım!''
"Sen hemen yanı başımda böyle oturup hiçbir mimiğini esirgemeden kitap okurken odaklanmam öyle zor oluyor ki,'' Sakın yelkenleri suya indirme. Sakın yelkenleri suya indirme. "Her neyle meşgul görünüyorsam bil ki aklım hep sende.''
Sesimin heyecandan çatlamaması için dualar ederek "Teknik olarak yanı başında değildim, buraya tam olarak yetişkin üç insan sığar,'' dedim. Tatlı kahkahası kulaklarımı şenlendirirken yelkenleri yarı yarıya indirip usulca saçlarına dokundum. Yumuşacıklardı. "Sanki,'' dedim az evvel konuştuğumuz konuyu paketleyip bir kenara itelerken. "Sanki hep benimleydin.'' dedim gözlerine bakarak eğilirken.
"Doğduğum anda, ilk adımımı attığımda, ilk kelimem yuvarlanarak ağzımdan çıktığında sanki oradaydın. Sen hep benimleydin, içimdeydin. Aşkımın ete kemiğe bürünüp karşıma çıkmasından evvel de seni seviyordum, hep sevdim.''
Pürdikkat dinliyor, sakın susma der gibi gözlerimin içine bakıyordu. Hayır. Ali gözlerimden daha fazlasını, daha derini görüyordu. İçimde ona duyduğum aşkla havalanmış serçenin nasıl uçtuğunu görüyordu.
"Kaderlerimiz birbirine sımsıkı düğülenmiş olduğundan mıdır bilmem, ben de sensiz geçen bir günüm yokmuş gibi hissediyordum. Hiç konuşmuyordun, hiç hareket etmiyordun fakat oradaydın, beni seyrediyordun.''
İri avucunu usulca bana doğru kaldırdı. Bu hareketi biliyordum. Onunkine nazaran küçük ve tombik olan elimi kaldırıp avucuna bastırdım. Dilimizin ucuna gelip belki de söylemeye utandığımız tüm aşk şiirleri parmaklarımızdan iliklerimize dek indi. Bazen hiçbir dünya kelamına ihtiyaç duymuyorduk birbirimizi sevdiğimizi haykırırken. Bir bakış, bir dokunuş, bir iç çekiş tercüman oluyordu tüm hislere. Aramızdaki ufacık mesafeye dahi tahammül edemediğimi hissederek alnımı alnına yaslamak üzere eğilmişken şakağına utangaç bir öpücük bırakmadan edemedim.
Alnı alnımda, eli elimde, yüreği yüreğimde gerçek zaman ve mekandan sıyrılmış, bilinmeyen bir zamanda, hiç rastlanmamış bir mekanda, belki bir kar küresinde baş başaydık. Gözlerinde yıldızlı geceler taşıyan bu adama gönül vermiş olmanın mutluluğu dört bir yanımı sararken keşke dedim göğsümü ikiye ayırsam ve seni içeri alsam, seni sonsuza dek her şeyden korusam.
"Çok güzelsin,'' Sadece iki kelime, on bir harf ve kilometrelerce koşup soluksuz kalmışcasına bir his. "Bunu ne zaman söylesem,'' dedi işaret parmağı bir tüy hafifliğinde yanağımı okşamadan evvel. "Yanakların pembeleşiyor,'' Baş parmağı ürkekçe sol gözümün kıyısına değdi. "Göz bebeklerin irileşiyor.'' Burun kavisimi yoklarken "Nefes almayı unutuyorsun,'' dedi. Kaçamak bir soluğu ciğerlerime bahşettim. "Sanki bu sözlerin hakkını vermek istercesine her bakışımda biraz daha güzelleşiyorsun ve benim zavallı kalbim bununla daha fazla mücadele edemiyor Belinay,''
"Peki benim kalbim?'' Bu sözcükleri yan yana getirirken dahi kalbimi dizginlemek gitgide zorlaşıyor, ciğerlerim çığlık atıyordu. Tıpkı onun gibi yüzüne dokunma ihtiyacıyla dolup taşınca saçlarını okşayan parmaklarım önce sakallı çenesini sevdi. Baş parmağım keskin kaş hattını takip edip tüm avucum yanağına indiğinde "Güneşin doğduğu her yeni günde, yıldızların göğü süslediği her yeni gecede seni daha çok, daha çok sevmek için çırpınıyor.''
Sonra sustuk. Gözlerimiz sözü devraldı.
Gök ve yer arasındaki kar küresi Ali ve Belinay'ın aşkına şahitlik etti.
Not: Bu bölüm genel akıştan tamamiyle bağımsızdır. Hiç bilinmeyen bir zamanda ve hiç var olmamış bir mekanda geçmektedir. Y'nin kendisine doğum günü hediyesi, sizlere de bu zorlu günlerde ufacık bir tebessüm kaynağı olması maksadıyla; yalnızca ve yalnızca sevgiyle, en duru ve en sade biçimde kaleme alınmıştır.
Sevgili Y,
21 olduğuna inanamıyorum.
9 yaşında, ufacık bir kız çocuğu iken evde bulduğun boş ajandaya yazdığın ''romanı'' halen sakladığımı bilmeni isterim. Gözlerini kapatıp kurduğun o sihirli fakat minicik dünyayı nasıl da büyüttüğümü, içerisinin artık ne kadar kalabalık olduğunu ve bir gün gerçekleşeceğine tüm kalbinle inanıp adının önüne kondurduğun yazar sıfatına layık olabilmek için nasıl çabaladığımı keşke sana anlatabilsem.
Hayalimize sımsıkı sarıldım sevgili Y. Bir gün mutlaka.
İyi ki doğdun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzden Güzel
Spiritualİkişer üçer çıktığı basamaklar nihayet tükendiğinde göğsü küçük bir serçe gibi hızla inip yükseliyordu. Fakat tüm bunlara rağmen heyecanı ayaza meydan okuyan bir kardelenden farksızdı. Kahverengi ahşap kapıya uzandığı esnada kapıyı aralayıp ay gibi...