Hatırlar Ormanı. Gecenin belki de en zifiri vaktinde puslu bir patikada yürüyormuşum hissi veriyordu. Çıplak ayaklarımın altında hışırdayan kuru yaprak ve otlar ellerime batan dikenler kadar acıtmıyordu. Hatırlar Gemisi'ne binmek ve hududunu gözlerimin göremediği maviliklerden tanyerine süzülmek isterdim fakat ben hatırlarımın her birini kendi ellerimle bir ormana emanet etmeyi seçmiştim.
Ne de olsa önce çocukluğum ardından gençliğim her ne kadar Nevin Sultan ve Sami Paşa'nın kanatları altında geçtiyse de eksikti. Dalından koparılıp vazoya bırakılmış bir begonyadan farksızdı. Anne kahkahasından uzak, baba sevgisinden mahrum. Belki de bundandır her şeye böylesine hüzün dolu bakışım.
Çok gülenler esasında çok ağlayanlardır diye bir söz işitmiştim yıllar evvel. Sahiden de dışarıdan bakıldığında şen şakrak görünen insanların hiçbir derdi tasası olmadığına inanılır. Halbuki onların yarası derindir. İşte bu sebepten Hatıralar Gemisi değil de Hatıralar Ormanı'nı seçmiştim. En mutlu anılarımda dahi eksik ve yitik olmak benim suçum değildi. Dünyaya baktığım bu hüzün penceresini ben var etmediğim gibi yok da edemeyecektim.
Gözlerimin önündeki görüntüler suya damlamış mürekkepler gibi bir bir dağıldı ve Düşünseli*'nden başımı kaldırır gibi doğruldum. Parmaklarımın yokladığı göz pınarlarım nemliydi fakat ağlamamıştım. Yalnızca sinsi bir duygu kanıma karışmıştı. Özlem.
Neyi özlediğimi tam manasıyla bilmiyordum doğrusu. Tümay ile sorunsuz giden arkadaşlığımı mı, Berrin'in benimle olmasını mı yoksa Baran'a dair her şeyi mi? Bu üçlüden biri beni yüzüstü bırakırken ben de bir diğerini yüzüstü bırakmıştım. Berrin zaten her zamanki Berrin'di.
Bu hikayede yüzüstü bırakılan bir diğer kişinin bana ömrünü adayan Nevin Sultan olduğu gerçeğiyle yine yeniden yüzleşirken telefonuma uzandım. Şayet Sami Paşa'nın kıskacından kurtulup mektubumu okumayı başardıysa onu aramamı beklediğini biliyordum. Saate baktığımda dedemin kışlada olması gereken bir vakit gördüm. Tabi beni bulmak için Müge Anlı'ya başvurmak gibi bir delilik yapmadıysa.
Rehberden Nevin Sultan'ı bulduğum esnada ufak bir gerilim yaşasam da adına dokunarak telefonu kulağıma yasladım. Daha bir kez çalmıştı ki arama cevaplandı ve endişeli, ağlamalıklı sesi üzerimde soğuk duş etkisi bıraktı. ''Belinay'ım,'' dedi. Burnumun sızladığını, boğazımın düğüm düğüm olduğunu hissederken hıçkırığımı işitmesinden endişelenerek telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ve birkaç saniye nefeslendim.
''Sultanım,'' derken sesimin titrememesi için hayli efor sarf etmiştim. ''Yavrum başını alıp nerelere gittin, sen beni öldürecek misin?'' Gözyaşlarının göz pınarlarından bir bir yuvarlandığını görmesem de biliyordum. Birkaç kez sertçe yutkundum. Ağzımdan çıkan her bir kelamın inandırıcı olmasını istiyordum. Bir süre Ankara'ya dönmeyecektim ve aklı bende kalsın istemiyordum.
''Güvendeyim sultanım,'' dedim yalancı bir tebessümle sözlerimi tasdiklerken. ''Sadece fırtına dinene kadar uzaklaşmak istedim, biliyorsun mektupta yazdım sana her şeyi.'' Mektubuma nereye gittiğim dışında gerekli her bilgiyi bırakmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzden Güzel
Spiritualİkişer üçer çıktığı basamaklar nihayet tükendiğinde göğsü küçük bir serçe gibi hızla inip yükseliyordu. Fakat tüm bunlara rağmen heyecanı ayaza meydan okuyan bir kardelenden farksızdı. Kahverengi ahşap kapıya uzandığı esnada kapıyı aralayıp ay gibi...