Eylül tasını tarağını toplamış Ankara'ya sessiz bir veda ederken Alçin karşımda mint yeşili uçuş uçuş elbisesiyle süzülüyor, aynı tonlardaki şalı ise beyaz tenini daha da ön plana çıkarıyordu. Kıkırdayışları bile yaz hissi verirken benim aksime kış insanı olmadığını düşündüm. O bahardı, yemyeşil, pırıl pırıl ve çiçekli. Bense daima kıştım, çözüm bulmak yerine hep bir şeylerin üzerini örten, beyazlara bürünüp saklayandım.
Balkonumuzdaki tahta iskemlelerde karşılıklı oturuyorduk. Anneannemin kolay kolay misafirlerine çıkarmadığı gelinlik fincan takımına ait olan yaprak desenli fincan zarif parmakları arasında duruyor, sohbete minik yudumlarla ara veriyordu.
''Nevin Hanım'ı çok sevdim,'' dedi gülerek. ''Anneannen olduğuna inanamıyorum hala.''
Yaşını hiç göstermeyişini anneanneme de söylemiş ve hanesine artı bir puan eklemişti.
''Annen de öyle. Hiç iki çocuk annesi gibi durmuyordu.''
''Annem,'' dedi gülüşünden geriye yalnızca minik kırıntılar kalırken. ''Epey küçük yaşta, epey yanlış bir evlilik yapmış. Ali'yi kucağına aldığında on sekiz yaşındaymış.''
Ayşen Hanım'ın aksine annem Aksu Solmaz dedemin tüm karşı çıkışlarına ve tehditlerine rağmen hayatının aşkı ile evlenmiş ve beni dünyaya getirmişti. Hayatta olsaydı o da Ayşen Hanım gibi genç mi görünürdü acaba?
''Sizin aranızda kaç yaş var peki?'' diye sordum atmosferin istemediğim bir girdaba çekilmesinden endişe duyarak.
''Ben 22 yaşındayım, Ali 24 yaşında. Açıkçası ben bu iki yaşı pek dert etmiyorum ama beyefendi kendisine abi diye hitap edilmesine bayılıyor.''
Gözlerini devirirken kıkırdadım. Yüz yüze geldiklerinde abi, ayrı ortamlardayken Ali diye hitap edişine birçok kez şahit olmuştum.
''Bugün arabaya bıraktığın ceket,'' dedi muzip bir ifade yüzünü mesken tutarken. ''Ne zamandır sendeydi?''
Bir an tökezlemekten korktum ama zannettiğimin aksine hızlı toparladım. ''Fakültede karşılaştık. Yine yağmura yakalanmış ve rezil haldeydim. Ali beni eve bıraktı ve ceketini verdi, sağ olsun.''
Gerçi sesimin berbatlığı ile ilgili açıklama yaparken yağmura yakalandığımdan bahsetmiştim.
''Ali,'' dedi elindeki fincanı masaya bırakıp bana yaklaşarak. ''Seni arabasına aldı öyle mi?''
Spesifik olarak arabasına insan almıyor muydu yoksa?
''Evet,'' dedim gözlerimi kısarak. ''Ne var ki bunda?''
''Arabasına bindirdiği ilk kadın olabilirsin. Muhtemelen yağmura yakalandığın için böyle bir şey yapmıştır.''
''Arabası kendinden kıymetli adamlara benzemiyor pek,''
''Öyle değil,'' Sanki doğru kelimeleri arıyormuş gibi düşündü biraz. Ben de sakince bekledim. ''Ali kadınlara karşı her zaman nazik ve hoşgörülü bir adamdır. Kırmaz, incitmez, bağırmaz fakat hiçbir zaman da sınırı aşmaz. Gereksiz konuşmalar yapmaz, haddinden fazla aynı ortamda kalmaz.''
Hafifçe başımı sallamakla yetindim. Ne sınırı aşmış ne de gereksiz konuşmalar yapmıştım. Tıpkı onun gibi.
İkimiz de sessizlik denize yelken açtığımız esnada Alçin'in kahve gözleri balkonu her bir noktasını tarıyor, camın önündeki şakayıklara, balkon demirinin çıkıntısında dizili olan gündüzsefalarında dolaşıyordu.
''Kocaeli'ndeki Kemal dayımın da böyle bir balkonu var. Biraz daha büyük ve daha çiçekli. Asla evde kalamıyor, yataktan kalkar kalmaz kendini balkona atıyor. Bir ara Balkon İnsanı diyorduk ona,''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzden Güzel
Spiritualİkişer üçer çıktığı basamaklar nihayet tükendiğinde göğsü küçük bir serçe gibi hızla inip yükseliyordu. Fakat tüm bunlara rağmen heyecanı ayaza meydan okuyan bir kardelenden farksızdı. Kahverengi ahşap kapıya uzandığı esnada kapıyı aralayıp ay gibi...