Kalemi elime almadan evvel söyleyeceğim her bir söz hazırdı. Lakin iş kağıda dökmeye gelince zihnimdeki fırtınalar duruldu. ''Ağzın açılınca da edebiyatçıyım diye geçinirsin,'' dediğini duyar gibiyim. Cümleler pençelerini boğazıma geçirmeden, uzatmadan söze gireceğim.
Ben boğuluyorum Belinay. Baran ile aynı göğe bakamıyor, aynı şehirde nefes alamıyorum artık. Bu aşk beni bana bırakmıyor. Her gün gözlerinin içine bakarak yaşayamıyorum. Elini tutamadığım her an cehennemden farksız.
Ben gidiyorum Belinay. Yüksek lisans için kabul mailim birkaç gün önce geldi. Baran'a olan aşkımı, güzel yüzünün hayaliyle birlikte bavuluma koydum. Onsuz gidemezdim zaten.
Zarfın içinde Baran'a yazdığım bir mektup var. Vermeden önce onu okumanı istiyorum. Yanlış bir söz sarf etmekten, yıllarımıza zarar vermekten ne kadar korktuğumu en iyi sen biliyorsun. Oku, onaylarsan Baran'a ulaştır lütfen.
Fransa'dan sana yazacağım sık sık. Lütfen beni affet. Hoşça kal çiçeğim.
Berrin,
Parmaklarım arasındaki toz pembe kağıda bakıyordum dakikalardır. Hayır, yazılan satırları tekrar tekrar okumuyor, öylece, bomboş bir duvarı seyreder gibi bakıyordum. Bu bakışma kaç saat, kaç dakika sürdü bilmiyordum fakat dizlerimdeki gücü yitirmiş olmalıyım ki yerde öylece oturuyordum.
Berrin'in Baran'a olan aşkıyla başa çıkamayıp çareyi kaçmakta bulması tüm dengemi alt üst ederken pişmanlık ve tedirginlik tohumları çoktan zihnime saçılmıştı. Ben de kaçmıştım. Hem de arkadaşlarımın bana en çok ihtiyaç duyacağı zamanda ben de çareyi ardıma bakmadan gitmekte bulmuştum.
Berrin'i teselli etmek bir nebze daha kolay olurdu belki fakat Baran'ı toparlamak aylar alırdı. İkisini de yalnız bırakmıştım. Virane Baran'ı eski haline getirmek konusunda gözüm kapalı Tümay'a güvenmek isterdim oysa. Ne de olsa Tümay yanında, sen yoluna bak şimdilik Belinay diyebilmeyi dilerdim. Fakat Tümay'ın hayatında en yakın arkadaşının alkol komasına girip iğrenç bir bar tuvaletinde yere yığılıp kalmasından daha önemli şeyler vardı. Bölüm birincisi olarak mezun olacaktı mesela.
Gözlerimi sımsıkı yumarak başımı arkamdaki beyaz kapıya yasladım. Kemal dayı ile hayli tuhaf tanışma faslımızdan sonra usulca bana verilen odaya çekilmiş, odanın içinde bulunan sürgü kapıyı araladığımda karşıma çıkan küçük banyoya hoplaya zıplaya girmiştim. Minik duş faslımın ardından siyah bir tayt ve hardal sarısı örgü bir kazak giymiştim.
Saçlarımı yola getirmeye çalışırken Baran'ın elime tutuşturduğu zarf ansızın aklıma düşmüş, çantamdaki her şeyi sağa sola saçarak toz pembe zarfa ulaşmış ve okumuştum. Okuduğum andan beri de kapının arkasında öylece oturuyordum.
Zaman kavramını henüz yitirmemiş olan tarafım yaklaşık bir saattir bu halde olduğumu fısıldıyordu, guguklu bir saat gibi. Parmaklarımı sol şakağıma bastırırken arkamdaki kapı önce iki kez tıklatıldı. Sesimi saklandığı kuytudan bulup çıkaramadığım için gir diyemedim. Yanıtsız tıkırtılar kesildikten birkaç saniye sonra Ali'nin sesi duyuldu. ''Uygunsan içeri gelmek istiyorum,''
''Gelebilirsin,'' diye mırıldandığımda çatallı sesimin ona ulaşmadığına yemin edebilirdim. Hafifçe öksürüp sesimi eski haline getirmek için çabalasam ağlayacağımı biliyordum. O yüzden sessiz kalmaya devam ettim.
''Giriyorum,'' dediğinde sesindeki gardını al tınısını hissetmiştim. Ve çok geçmeden kapı kolunu nazikçe çevirdi ve kapıyı itti. Çok kilolu bir insan olmasam da hatırı sayılır varlığımı yumuşak hareketi kımıldatamadı. Omzuyla kapıya kuvvet uyguladığında taytım çıplak zeminde kaymış ve ona içeri girebilecek kadar bir alan açılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzden Güzel
Spiritualİkişer üçer çıktığı basamaklar nihayet tükendiğinde göğsü küçük bir serçe gibi hızla inip yükseliyordu. Fakat tüm bunlara rağmen heyecanı ayaza meydan okuyan bir kardelenden farksızdı. Kahverengi ahşap kapıya uzandığı esnada kapıyı aralayıp ay gibi...