6/1 Hatıralar Ormanı I

4.7K 471 148
                                    

Soğuk. Donmaya yüz tutmuş bir göle atılan ilk adımın beraberinde sürüklediği, parmak uçlarımdan başlayıp saç diplerime dek yol alan bir soğuk. Ve sıcak. Avucumun ortasında kor tutuyormuşum hissine inat damarlarımı arşınlayan bir zemheri. Titredim. Odağını kaybetmiş gözlerim git gide bulanıklaştı, kulaklarımdaki hiç bitmeyeceğini zannettiğim çınlamayı parçalayan ses anın sis dalgasında da koca bir delik açtı.

''Orada mısın avukat?''

Telefon usulca kulağımdan kayarak açık renk halının püsküllerine düşerken yakalamak için hiçbir çaba sarf etmedim. Şaşkınlık bedenimin her bir noktasını arşınlarken düşüncelerim oradan oraya koşuşturuyordu. Bir girdabın içine çekildiğimi hissettiğim anda Ali'nin koridordan gelen ıslığını işittim.

Mantığımın çarkları yeniden dönmeye başladı ve uzanıp yerde ters bir şekilde duran telefonu aldım. Görüşme sonlanmıştı. Harika. Arama kaydını temizlemeyi akıl ettiğim için kendimi alkışlamak isterdim fakat içimden gelmedi. Telefonu aynı şekilde masanın üzerine bıraktığımda ellerim buz gibiydi.

Ev terliklerinin parke zeminde çıkardığı ses ve ıslığı senkronize bir şekilde yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı ve birkaç adım ötemde son buldu. ''Suratın kireç gibi olmuş,'' dediğini ve birkaç kelam daha eklediğini işittim. Yanıtlama mekanizmam durmuş gibiydi. ''Odama çıkıyorum,'' diye geveledim sadece.

Başımı kaldırıp güzel çehresine bakmak isteyen yanımı küçük bir çocuğu azarlar gibi azarladım ve önce kış bahçesini ardından mutfağı terk ettim. Serin mermer basamakları indiğim gibi geri çıktım ve odamdaki yatağın üzerine bir kedi gibi kıvrıldım.

Haluk Yetkiner, Ali'yi aramıştı. Artık tanıyamaz olduğum en yakın arkadaşımın tüm hukuk camiasında hırsıyla anılan avukat babası birlikte kaçtığım adamı aramıştı. Bu ikili arasında hiçbir bağ kuramıyor, tek bir ortak nokta dahi bulamıyordu beynim. Çarklar dönüyordu dönmesine fakat yapbozun parçaları bir türlü birleşmiyordu.

Belki Haluk amca Ali'nin yanında staj yapacağı avukattır dedi içimdeki uslanmaz Pollyanna. İşittiği sesteki gizemi, bir bir dökülen kelimelerdeki rahatsız edici vurguyu sil baştan anımsadı kulaklarım. Haluk Yetkiner'i tanıyordum. İşi söz konusu olduğunda giydiği ateşten gömleği, gözünü bürüyen karanlığı ve karşısına çıkan herkesi teker teker nasıl yerle bir ettiğini biliyordum. O yüzden hayır dedim. Bu mesele o kadar masum olamaz.

Hem Ali'ye avukat diye hitap etmesi öyle manasızdı ki. O henüz mezun olmamış bir hukuk öğrencisiydi yalnızca. Ayrıca savcı olmak istediğinden de birçok defa söz etmişti. Her soru işareti bir diğerine gebe halde öylece karşımda dururken burnuma bir koku geldi. Pişmanlık. Koku ağır ağır sıvılaştı ve odayı boğazıma kadar doldurdu. Kulaçlarımın yetmeyeceğini bildiğimden öylece durdum. Su seviyesinin artmamasını dilerken usulca gözlerimi kapattım. Uyursan geçer dedi Pollyanna. Lütfen dedim bilincimi teslim etmeden evvel. Geçsin.

Lakin geçmedi. Bir dileğim daha gökte öylece savruldu. Bilinmezliğe uyanmış olmanın tenimde bıraktığı tedirgin ısırıklarla doğruldum. Güneş henüz batmamıştı. Ev de sessizdi. Boğazım susuzluktan sızlıyordu. Bu defa yalnız olmayı umarak araladım odanın kapısını. Basamakları dalından kopmuş bir yaprak gibi indim. Mutfağa yöneleceğim esnada onu gördüm. Sarı berjerde yanağını avucuna yaslamış bir halde uyuyordu. İşlerini bitirmiş gelmiş olamazdı, erkendi.

Görmeyeceğini bildiğim halde omuz silkip yoluma döndüm. Mutfak kapısını çevireceğim esnada bacağıma bir şeyin sürtündüğünü hissettim. Tüylü bir şeyin. Hakim olamadığım çığlığım derinlerden kopup giderken yalpalayan adımlarla bilinçsiz bir şekilde geriye kaçmaya başlamıştım ki sert bir şeye çarptı sırtım. Bir bedene. Hızla soluk alıp veren, sırtımda inip yükselen bir göğüse. Kokusu çok geçmeden boynuma dolandı, Ali'ydi. Paniğin etkisiyle öylece havada kalan kollarımı usulca bileklerimden yakaladı ve karnımda sabitledi. Sol kulağıma yumuşakça fısıldadı. ''Sadece kedi.''

Güzden GüzelHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin