Önümde bir takvim. Mülteci yapraklar çoktan yollara düşmüş. Zaman önce hecelere ardından harflere bölünüp parçalanırken çocukluğumdan kalma guguklu saatin kuşu dünyaya küsmüş. Tam girişinde durduğum labirentten gelen feryatlara kulak verecek vaktim yok. Çünkü çoktan labirente çekilmişim.
Güz sağanak sağanak yere inerken göğün sırrını yetim kaldırımlara fısıldamak için yarışıyordu damlalar. Adımlarım bir hayli aceleci ve bir o kadar korkaktı. Ayaza rağmen sıcak kalmayı başaran küçük elim ise soğuk avucu tarafından hapsedilmişti.
26. Sokak yazılı tabelayı geçeli birkaç dakika olmamıştı ki üç katlı bir apartmanın önünde durduk aniden. Sırtımız siyah duvara yaslı, aldığımız derin ve kaçamak soluklar ciğerlerime sığmazken soğuktan kupkuru olmuş dudaklarımı hafifçe ıslattım.
Ağzımdan çıkacak cümleleri göğüsleyecek kadar ciğerlerimin dinlendiğine ikna olduktan sonra ''Yeter,'' dedim. Sesim titrek lakin harflerim güçlüydü. ''Daha kaç sokak sürükleyeceksin beni?''
Paldır küldür adımlarına uyum sağlamakta zorlanmış ve defalarca kez tökezlemiştim. Hatta bileğimi incitmiş dahi olabilirdim fakat peşindeki insanlar her kimse bileğimden çok daha mühimlerdi. Açıklama yapmak gibi bir niyeti olmadığını bakışlarından anladığımda ''Ben gidiyorum,'' dedim arkamı dönüp sokağı adımlamaya başlamadan evvel.
Davranışımı blöf olarak yorumlayacağından adım kadar emindim. Gerçi sahici de değildim fakat ardımızda bıraktığımız sokaklar, caddeler soluğumu kesmiş, dizlerimdeki tüm gücü emmişti.
''Belinay,'' dedi ardımdan otoriter sesiyle. ''Seni sürüklediğim için özür dilerim.'' Sürükleme kelimesini beni taklit eder gibi söylemişti. Aramızda birkaç metrelik bir uzaklık varken omzumun üzerinden ona baktım. ''Daha fazla sürüklenmek istemiyorum. Ya bu saçmalığa bir son verip beni eve götür ya da ben bulduğum ilk vasıtayla Ankara'ya döneceğim.'' İkinci ihtimale kalkışmayacağımı ikimiz de biliyorduk.
Kapkara görünen gözleriyle zifiriliğin koynunda mışıl mışıl uyuyan sokağı taradı. Kendime engel olamayarak ''Korkma,'' diye çıkıştım. ''Seninkiler peşini bıraktı.'' Peşimizi deme gereksinimi hissetmemiştim çünkü teknik olarak olayla uzaktan yakından bir bağlantım olmadığı belliyken vurdulu kırdılı dizi setinden fırlamış herifler tarafından kovalanmam için hiçbir sebep de yoktu ortada.
''Benimkiler falan değil onlar,'' diyerek bana doğru adımlarken. Siyah süet botlarının ona ne kadar yakıştığını düşünmenin asla sırası olmadığından bakışlarımı direk yüzüne çevirirken bedenimi de beraberinde hareket ettirdim. ''Onlar,'' Kelimesini aynen onun gibi telaffuz ederek misilleme yaparken haddinden fazla cesurdum. Dedeciğim, şu an bu sahneyi seyrediyor olsan eminim benimle gurur duyardın.
''Kimler?'' diye sorarken çenemi kaldırıp karşısında sarsılmaz bir Belinay Solmaz portresi çiziyordum. Yani öyledir umarım.
''Bunu konuşmanın ne yeri ne de zamanı,'' Gözleri tekrar etrafı kolaçan ettikten sonra ''Hadi gidelim,'' dedi. Bilinçsizce elime uzandığını fark edince ellerimi ceplerime koyarak önden yürümeye başladım. ''Küstük mü?'' sorusunu işitmiş fakat cevap verme gereksinimi hissetmemiştim.
Buraya yalnızca Ankara'dan bir süre uzaklaşmam gerektiği için gelmiştim. Kimsenin -o kişi Ali dahi olsa- karmaşık işlerine bulaşmaya, zaten belada olan başıma daha büyük belalar açmaya hiç niyetim yoktu. Şunun şurasında onun da rızasıyla birkaç ay misafiri olacak, ardından tekrar evimin yolunu tutacaktım.
Büyük adımlarla bana yetiştiğinde sessiz kalmayı tercih etmişti. Ki ben de öyle. Bu aptal kovalamacanın ve hatta beni bez bebek gibi oradan oraya sürüklemesinin mantıklı bir açıklaması olmadığı sürece de sessizlik şarabı yudumlamaya devam edecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzden Güzel
Spiritüelİkişer üçer çıktığı basamaklar nihayet tükendiğinde göğsü küçük bir serçe gibi hızla inip yükseliyordu. Fakat tüm bunlara rağmen heyecanı ayaza meydan okuyan bir kardelenden farksızdı. Kahverengi ahşap kapıya uzandığı esnada kapıyı aralayıp ay gibi...