Hercai güzellerden değildi Feride Yamaç. Naz makamı çetin, asil güzellerdendi. Alev alev omuzlarına dökülen bakır saçları, saçlarından daha tehlikeli ela gözleri ve şifon gömleğinden ökçeli pabuçlarına dek siyaha bürünmüş endamlı bedeni ile tam karşımdaydı. Donuk tebessümünün kırıntıları halen yüzünde, artık meslek hastalığına dönüşmüş sorgulayıcı bakışları üzerimdeydi.
Tıpkı onun gibi omuzlarımı geriye itmek ve çenemi dikleştirmek istiyor fakat kendimi zavallı bir sincap gibi hissediyordum. Keşke şu an daha şık bir şeyler giymiş olsaydım demekten kendimi alıkoyamıyor ve en azından sesimi kontrol etmeyi, güçlü bir tınıda kendimi tanıtmayı umuyordum. Nihayet "Belinay Solmaz,'' diyerek havada kalan elini sıktığımda yüzüklerinin soğukluğu irkilmeme neden olmuştu.
Kahve dudakları yeniden aralandığında yalnızca "Ali,'' diyebilmiş ve Yusuf Mert Karakum'un boğuk sesi konuşmaya müdahil olmuştu. "Ali toplantıya biraz geç katılacak.'' sözleri eşliğinde aradaki mesafeyi adımlamış ve Feride Yamaç'ı buz gibi bir nezaketle içeri davet etmişti. Daveti başıyla onaylayan savcı hanım ise şakayık kokusunu burnumun ucunda bırakarak geçip gitmişti.
Bakışlarımın odağı Yusuf Mert olurken sorularımın cevabını verecek kişinin Ali olduğunu ikimiz de biliyorduk esasında. Evden postalanıyormuş gibi hissetmekte ne denli haklı ya da ne denli haksız olduğum elbet tartışılırdı fakat bozulduğumu inkar edecek değildim. Karşımdaki koca adamdan utanmıyor olsam çocuk gibi somurtacak hatta belki de ağlayacaktım. Sanki dedim kendi kendime odamda kalmamı rica etse inat edip toplantılarına maydonoz olacaktım.
Baş parmağı alt dudağını sıyırırken pis sırıtışını gizlemeye çalıştığını fark ettiğimde somurtma isteğim ikiye katlanırken "Ağaç ettin çocuğu,'' sözlerine karşın hoşça kal dahi demeden arkamı dönmüş ve halen açık vaziyette duran kapıyı ardımdan çekerek evden çıkmıştım. Kabalık ettiğimi biliyordum fakat titrek bir sesle konuşmak istemezdim neticede.
En sevmediğim özelliklerimden biri buydu zannedersem. Sinirlendiğimde veyahutta üzüldüğümde boğazımda önüne geçemediğim bir acı hissederdim ve bu ağlama isteğimi tetiklerdi. Tıpkı şu anda hissettiğim dışlanmışlık üzerine ağlama isteğimin hat safhaya çıktığı gibi.
Sırtımı hemen ardımdaki kapıya yaslayıp birkaç saniyeliğine de olsa gözlerimi kapattım ve tüm odağımı nefes alışverişlerime kanalize ettim. Ya da denedim. "Belinay,'' dedim kendime seslenerek. "Sadece sakin ol.'' Derin nefesler, tenime dokunan rüzgar, epey yakından gelen kuş sesleri ve yeniden derin nefesler. "Tamam,'' dedim gözlerimi yeniden açtığımda. "Madem gitmemiz gerekiyor, gidelim o vakit.''Adımlarımın yönü garaja çevrildiğinde önce at kuyruğumu ardından da kazağımın boğazını düzeltme ihtiyacı duymuştum.
Kalp atışlarımdaki düzensiz hızlanış yanaklarıma kan pompalarken henüz köşeyi dönmüştüm ki durdum. Hayır durmadım, olduğum yere çakıldım. Gözlerimin önüne serilen manzara dünyanın eksenini kaydıracak, denizleri taşıracak ve hatta yıldızları kar taneleri misali yeryüzüne yağdıracak cinstendi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzden Güzel
Spiritualİkişer üçer çıktığı basamaklar nihayet tükendiğinde göğsü küçük bir serçe gibi hızla inip yükseliyordu. Fakat tüm bunlara rağmen heyecanı ayaza meydan okuyan bir kardelenden farksızdı. Kahverengi ahşap kapıya uzandığı esnada kapıyı aralayıp ay gibi...