Akrep ve yelkovanın valsını seyrediyor, tek bir zaman diliminden payımıza düşeni alıyor, aynı anı başka başka yerlerde yaşıyorduk. Düşüncelerimin zifiri karanlığında düşe kalka ilerlerken trenin ritmik sesi çocukluğumda severek dinlediğim bir şarkıya dönüşmüştü.
Başımda Alçin'in apar topar odasından getirdiği mavi yazmayla salonda, yerde oturduğum sahne perde kalkar kalmaz yeniden gözlerimin önüne serildi. Karşı komşudan istenen asetonla tırnaklarımdan çıkardığımız siyah ojelerim, Ayşen Hanım'ın talimatlarıyla aldığım abdest ve Ali ile neredeyse omuzlarımız birbirine değecek şekilde oturuşumuz.
Bunların hepsinin birkaç saat önce yaşanmış olduğuna inanamıyordum. Evlenmiştik. Formaliteden.
Üç kez tekrarlanan soru her seferinde biçim değiştirmişti sanki. Öylece arkanı dönüp gidiyorsun, emin misin? Hiç tanımadığın bir adama güveniyorsun, emin misin? Bu karardan pişmanlık duymayacağım diyorsun, emin misin?
Dilim fısıldayarak kabul ettim derken içim haykıra haykıra eminim diyordu. Tökezlemek artık beni korkutmuyor, düşsem bile dünyaya kafa tutarken düşmek istiyordum.
Sessizlik güçlü avuçlarına beni hapsetmek için hamle yaptığında ''Ali,'' dedim bakışlarımı ona çevirirken. ''Pişman mısın?''
Trene bindiğimizden beri bakışlarını benden kaçırıyor, dışarıyı seyrediyordu. Çöllerinin beni bir türlü bulmayışı sinirlerimi bozarken alnına dökülmüş saçları kafamı karıştırıyordu.
''Hayır,'' dedi yavaşça güzel yüzünü bana çevirirken. Çok geçmeden bakışlarının da odağı olduğumda halimden memnundum. Sesi sakin ve bir o kadar da boğuktu. ''Derin olmadığını umduğum bir kuyuya inmeye karar verdim ve sen bu kuyuda yolumu aydınlatan fener olacaksın. Sana ihtiyacım var.''
''Anlatmayacaksın değil mi?''
Umutsuz sesim üzerine hafifçe tebessüm etti. Parmakları saçlarının arasına girerken ''Henüz değil,'' dedi. Ardından alnındaki saçları sola doğru çekti. Birbirimize hiç olmadığımız kadar yakın ve aydınlık bir ortamda olmamız hasebiyle sağ kaşının hemen üzerinde bulunan dikiş izi dikkatimi çekti.
Zannettiğimin aksine güzel yüzü kusurluydu.
''Alçin bir seferinde Urfalı oluşunuzdan pek hoşlanmadığını söylemişti,'' Konudan konuya atlamak bizim işimiz.
''Hakkımda bilmediğin bir şey kaldıysa onu konuşalım,'' Gülüşünün tatlı tınısı kulaklarıma ulaşıp tüm uzuvlarımı felç ederken ben de gülmek istedim fakat kalbim kahkahalarla coşarken yüz kaslarım sözümü dinlemedi. N'olurdu iki saniye karşılıklı gülüşseydik?
Yumuşak tavrından yüz bularak ''İkinci ismini bilmiyorum.'' dedim ayağıma gelen topu fileyle buluşturmak için can atarak.
''İlkini biliyorsun, bence yeterli.'' Hafifçe göz kırptığında ofsayta düştüğümü anladım. Pes etmeden tekrar atağa geçeceğim sırada kalbimi durduracak bir şekilde bana doğru eğildi. Beynim tüm fonksiyonlarını yitirirken bir heykel gibi durdum sadece.
Hafif bir parfümün alt yapı oluşturduğu kokusu önce burnuma doldu ardından bir halat olup boynuma dolandı. Neyse ki bu işkenceyi uzatmama kararı alarak tekrar yerine yerleştiğinde elinde hırkam vardı. Trene bindiğimizde koltuğun kenarına bırakmıştım.
Hırkayı yakalarından tutarak havaya kaldırdı ve dizlerime bıraktı. ''Böyle kalsın olur mu?'' diye sorduğu sırada sıcak bakışları içimi eriterek kalbimin odacıklarına doluverdi. Fakat asla belli etmeden ''Neden, eteğimi beğenmedin mi yoksa?'' diye sordum sinsice.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzden Güzel
Spiritualİkişer üçer çıktığı basamaklar nihayet tükendiğinde göğsü küçük bir serçe gibi hızla inip yükseliyordu. Fakat tüm bunlara rağmen heyecanı ayaza meydan okuyan bir kardelenden farksızdı. Kahverengi ahşap kapıya uzandığı esnada kapıyı aralayıp ay gibi...