O gün kendimi aynalardan kaçarken buldum.
Bu benim için sıradışı veyahut yeni sayılabilecek bir eylem değildi. Aynanın karşısına geçip de kendini uzun uzun seyreden ve olur olmadık şeyden kusurlar çıkaran insanlardan birisi değildim. Kusur apaçık ortadaydı ve aynaya her baktığımda gözüme ilk çarpan şey de buydu. Ve artık kendimi tüm bunları umursamayacak kadar vurdumduymaz hissetmiyordum.
Küçükken annem çillerim için beni doktora götürebileceğini her söylediğinde bunu istemediğimi ve onlarla mutlu olduğumu söylerdim. Bana verilen güzel bir armağan gibi gelirdi, kimsede yoktu ve bana özeldi. Tıpkı saçlarım gibi. Tanrı yüzümü sevmiş, saçlarımı okşamıştı. Tanrı rengini bana hediye etmişti. Her gece bunun için ona teşekkür ederdim.
Tam olarak ne zaman değiştiğimi bilmiyordum, kalbimdeki tüm iyi niyet ne zaman ortadan kalkmıştı ve onu geri getirmek için neden hiçbir şey yapmamıştım? Belki de tüm bunlar insanlar için yüzümdeki lekelerden ibaret olduğumu fark ettiğim ilk andan itibaren başlamıştı, benim mucize dediğim şeye onların kusur dediklerini duyduğum zaman ben de o lekelerden daha kara bir şeye dönüşmüştüm. Yanımızdan geçen herkesin önce Baekhyun'un saçlarını sevip hemen ardından bana baktıklarını, kimsenin saçlarımı sevmediğini, sıradışı olduğumu, kötü anlamda sıradışı olduğumu tam olarak ne zaman fark etmiştim? Tanrı'nın hiçbir zaman saçlarımı okşamadığını nasıl kabullenebilmiştim?
Sanırım artık hiçbir önemi yoktu. Kulüp toplasından iki gün sonraydı, o gün okula gitmiş, okuldan gelmiş, aynalardan kaçmış, insanlardan kaçmış, kendimden kaçmıştım. Sonunda odamda kendimi yatağıma bırakmış yatıyordum. Sanki sadece iki günde üstüme tonlarca yük yüklenmiş gibiydi. Kulüp odasına heyecanla gittiğim gün çok uzak gibi geliyordu. Bir yandan o dönemki derslerin ağırlığı bir yandan da kulübün stresi çok fazlaydı. Düşünmek bile istemiyordum fakat işte ordaydık, bi anda tavana bakarak tüm kusurlarımı sorgularken bulmuştum kendimi.
İşte telefonum da tam bu anda çalmıştı, tavandaki çatlakları sayıp kendimi durdurabilmeyi dilediğim bir anda. O gece Chanyeol tamı tamına yedi defa beni aramış ben de her seferinde cevap vermemiştim, bu defa ise açıp beni bir daha aramamasını söylemek için telefonu elime aldım fakat tamamen yabancı olduğum bir numara beni karşıladı. Şaşırtıcıydı çünkü ailem, Baekhyun ve Chanyeol dışında hiç kimse beni aramazdı.
"Efendim?" diye cevapladım, anında yoğun bir gürültü beni karşıladı.
"Sehun?"
Tanımadığım sesi duyunca kaşlarım çatıldı, bir kere daha "Efendim?" diye yanıtladım, arayan her kimse oldukça kalabalık bir yerde olmalıydı.
"Ben Sicheng."
İlk birkaç saniye şöyle düşündüm Sicheng? hangi Sicheng? hemen ardından beynimde yanan uyarı ışıklarıyla hangi Sicheng olduğunu hatırlayabildim. Şu kulüpte sana oy veren tek kişi dedi beynimin gerilerinden bir ses ve saçlarının güzel olduğunu söyleyen. O günki kulüp toplantısında onunla birlikte birkaç kişiye daha numaramı vermiştim çünkü Jongin bir sorun olduğu anda beni aramalarını söylemişti, mesela etrafta boğulan bir karınca gördüklerinde falan. Yani NE tür bir sorun olabilirdi ki?
"Aa evet?" dedim tamamen samimiyetten uzak daha çok ne oldu der gibi bir ses tonuyla ki bunun oldukça kaba olduğunun farkındaydım, özellikle Sicheng'e karşı ama elimde değildi.
"Şey için aramıştım." dedi Sicheng anında aradığına pişman olmuş sesle. "Toplantıya gelmiyor musun?"
"Ne toplantısı?" dedim hafiften yükselir bir ses tonuyla, aynı anda yatağın içinde doğrulup sanki karşıdan bir atak geliyormuş gibi savunma pozisyonu aldım, Sicheng hafif bir ımmm sesi çıkardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beauty Behind Oh Sehun // sekai
FanfictionDedim: Siz sevgili oldunuz? Dedi: Yok, biz birbirimize belamızı sürmüşüz..