18

11.5K 1.3K 1K
                                    




İzel - Kızımız Olacaktı

"Ağlarsan kıyamam, kıyamam ki küçüğüm
Gözlerine bakıp da sana yalan diyemem
Söylesene diyorsun söylemek zor küçüğüm
Başkası var gönlümde sana yalan diyemem" deyip de çektin gittin.

Bölüm 18 - Apollon and Daphne

Orada olmamalıydım. O gün kendime defalarca kez bunu tekrar edip durdum. O kampa gitmek benim için iyi olan değildi. Bir ağacın önünde duruyordum, çaresiz ve sessiz bir yakarışla. Aslına bakılırsa tüm günüm aynen bu şekilde geçmişti, o sabah Sicheng'in yanında uyanmıştım, Yuta ile aramızda uyuyordu. O sabahın içinde olmak istemiyordum, o sabaha uyanmak istemiyordum. Evde olmayı istiyordum. Ama işte oradaydım. Sicheng'e döndüğümde, sırt üstü uzanmış gözleri açık bir şekilde çadırın tavanına baktığını gördüm, sanki çok derin bir şey izliyormuş gibi duruyordu, rahatsız bir hali vardı. Yuta ise çadırın diğerin tarafına yapışmış uyuyordu. 

"Ne işin var senin burda?" dedim uyku sersemi bir halde, o sabah gözlerim açılmamak için büyük bir savaş veriyordu. 

"Babam yolladı." dedi kendini hiç bozmadan. "Başkasıyla uyuyamadığı için beni çadırdan kovdu, git annenle uyu dedi." 

"Jongin'le mi kalıyordun." 

Sicheng hmm'layarak başını salladı, aşırı yılgın bir hali vardı, tüm gece uyuyamamış gibi. "Evet ama kalamadım." 

"Bu ne halin senin?" Yadırgayarak sorduğumda derin bir iç çekti, üç kişi çadıra nasıl sığdık anlam veremiyordum, Yuta hala ölü gibi yatıyordu. 

"Hayattan keyif alamıyorum." 

"Çok haklısın." Dedim, Sicheng biliyorum dercesine derin derin başını salladı. Daha sonra ben de onun yaptığını yapıp çadırın tavanını izledim. Hiçbir şey yoktu ama bir şekilde, mavi muşamba içimin sakinleşmesini sağlıyordu, böylelikle uzun bir süre kıpırdamadan uzandık. Sicheng'in üzgün, dalgın bir hali vardı. Ona iyi gelecek en son insan bile değildim, bunu denemedim bile. Kötü bir arkadaş olduğumu bilerek o sabah içimdeki boğuklukla aptal bir çadırın aptal tepesine bakıp durdum. 

Ve tüm günüm bu aptallıkla geçti. Doğa yürüyüşünden zerre kadar keyif alamadım. Yediğim şeylerden tat alamadım. Konuşmaları dinlemedim, hiçbir konuşmayı dinledim, dinlesem bir şey anlar mıydım bilmiyordum. Bu yüzden denemedim bile. Birkaç güne tamamen buz tutacağına emin olduğum gölü öylece izledim ama gördüğüm hiçbir şey yoktu, o an birisi gelip ağırlıklı olarak hangi renkleri gördüğümü sorarsa cevap dahi veremezdim. Bomboştum. 

Jongin'i o gün ilk gördüğümde birbirimize öylesine söylenmiş bir günaydın sunduk. Günün geri kalanında Jongin'le hiç konuşmadım. Günün geri kalanında Jongin de benimle hiç konuşmadı. Huysuzdu. Herkes, ses çıkarmadan, onun bu huysuzluğuna katlanıyordu. Ben uzaktan izlemeyi tercih ediyordum. Birbirimizle konuşmasak bile Jongin her zaman yakınlarımda oluyordu, başımı nereye çevirsem onu görebiliyordum, göremediğim anlarda da hissediyordum. Mesela arkamda bir yerlerdeyse eğer, aramızda uzun bir mesafe bile olsa eli sırtımda duruyormuş gibi hissediyordum. Sanki kendimi geriye bıraksam Jongin'e çarpacakmışım gibi, o her zaman orada ve aynı zamanda hiç de oralarda değilmiş gibi. Jongin hem var olup hem de benimle olmamayı o kadar iyi başarıyordu ki şaşkındım. O gün kızgın değildim, acı geçmemişti fakat Jongin'in var-yokluğu beni şaşırtıyor bu şaşkınlık da acımın önüne geçiyordu. Boynumda bir tasma varmış da birisi beni çekiyormuş gibi, kim nereye çekerse oraya savruluyordum. Biraz etrafı gezdik, biraz kendimize gelmeye çalıştık, biraz yemek yedik, biraz uyukladık. Başka bir zaman içinde olsaydı keyif alırdım, o an mutlu değildim. 

Beauty Behind Oh Sehun // sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin