06

456 45 11
                                    

Ertesi sabah alarmımın sesiyle uyanıp hazırlanmaya başladım. Telefonuma A sınıfı için kutlama partisinin yarın akşam olacağı mesajı gelmişti. Aynı zamanda yarın gece karanlık aylara giriyorduk. Parti için gerçekten güzel bir zaman seçmişlerdi.

Saat sekize gelirken N arabasıyla evin önünde belirmişti. Ben de arabaya bindikten sonra yola çıktık. Yolumuz uzun değildi. Bir saate orada olmamız gerekiyordu. Süren N olduğu için 45 dakikada varacağımızı düşünüyordum.

Ne hakkında konuştuğumuzu bile bilmediğimiz konulardan bahsettiğimiz 45 dakikanın sonunda varmıştık. Sitenin girişindeki güvenlik isimlerimizi ve kim için geldiğimizi öğrendikten sonra bizi içeri almıştı.

Yoon Jisung'un evi ve bahçesi oldukça bakımlı duruyordu. Bahçesinde çeşit çeşit çiçekler düzenli bir şekilde dikilmişti. Her gün onlarla ilgilendiğine emindim. Ev iki katlı ve beyazdı. Kapı ve pencere çerçeveleri aynı renkti. O kadar düzenli duruyordu ki bakmak bile stresimi azaltıyordu.

Evde olduğunu umarak kapıyı çaldık. Önce bir kırılma sesi ardından adım sesleri duyulmuştu. Adım sesleri durduğunda kapı açıldı. Bana ve N'e göre kısa olan 20'li yaşlarda birisi karşımızda duruyordu.

Yüzü küçük gösterse de dikkatli baktığımda gözlerinin yanlarında kırışıklıklar olduğunu görmüştüm. Saçları siyah olsa da dipleri griydi. Bize kim olduğumuzu anlamaya çalışır gibi baktığını görünce ikimizin de salak gibi adama baktığını fark edip konuşmaya başladım.

“Merhaba, bu saatte rahatsız ettiğimiz için özür dilerim. Yoon Jisung'u arıyorduk ama?”

Adam şaşırmış duruyordu. “Sorun değil. Yoon Jisung benim. Saatten değil de genelde pek ziyaretçim olmaz. Sizi ayakta bekletmeyeyim. İçeri gelin lütfen. Bir şeyler yemek ister misiniz? Ya da içecek getireyim. Ne içersiniz?” diyerek bizi içeri çekiştirmeye başladı.

Tam kapıyı kapatırken aklına bir şey gelmiş gibi durdu ve bize döndü. “Bu arada siz kimdiniz?” diye sordu. Kesinlikte yaşlı bir amca - ya da yaşlı bir teyze daha doğru olur - gibi davranıyordu. Ama görünüşü genç duruyordu. Bu yüzden onun Jisung olduğuna inanmakta zorluk çekiyordum.

N öne çıkarak “Bana N diyebilirsiniz. Bu da arkadaşım Sehun, Oh Sehun. Yeğeniniz.” dedi. Bir anda bu kadar açıklama yapması karşısında hem benim dilim hem de Jisung amcanın dili tutulmuştu.

Jisung amca yüzündeki kederli gülümseme ile “Büyümüşsün Sehun. Siz içeri geçin. Çay ve kurabiye getireceğim. Sonra konuşuruz.” dedikten sonra mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere yönelmişti.

İçeri doğru ilerlediğimizde geniş bir salon karşıladı bizi. Beyaz ve kahverenginin hakim olduğu bir koktuk takımı televizyonun hemen karşısında duruyordu. Ortadaki koltukta savrulmuş bir battaniye ve içi kurabiye dolu bir tabak duruyordu. Yerde kırılmış bir bardak vardı.

Jisung amca geldiğimizde orada oturuyor olmalıydı. Büyük ihtimalle aceleden bardağı kırmıştı. Eğilip camın büyük parçalarını yerden topladım. Minik parçaların süpürülmesi gerekiyordu.

Salonun her yerinde saksıda bitkiler ve ağaçlar vardı. Koca evde tek başına yaşayan biri olarak sıkılmamak için bitkilerle uğraşıyor olmalıydı. Ev büyük olmasına rağmen sıcak bir yuva gibi hissettiriyordu.

Jisung amca elinde bir tepsi ile salona girdiğinde ona yardım ettim. Hepimiz yerimize oturduğumuzda bize döndü. “Seni en son gördüğümde üç yaşındaydın Sehun. Baban sonunda sana anlatmaya karar verdi demek. Onu da sekiz yıldır görmüyorum. Ulaşmaya çalıştım ama ulaşamadım. Hiç bu kadar haber vermediği olmamıştı.”

Konuştuğunda hızlı ve çok uzun konuşuyordu. Ama dediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Babamın kaybolduğunu bilmiyor muydu? Babamın kaybolduğu gün anlatacağı şey amcam mıydı?

“Sanırım haberiniz yok. Babam ve annem 8 yıl önce karanlık ayların bitiminde kayboldu.” diyerek ona bütün hikayeyi anlattım. Nedense beyaz saç kısmını bile anlatmıştım. Ona anlatmam gerektiğini hissetmiştim.

Jisung amca anlattıklarımı gözlerini kırpmadan dinlemişti. O insanların kim olduğunu biliyor gibi tepkiler vermişti. “Yıllardır o günü çözmek için uğraşıyorum. Bana yardımcı olursan gerçekten mutlu olurum.” diye bitirdim konuşmamı.

Jisung amca karar vermeye çalışır gibi duruyordu. “Bu benim anlatabileceğim bir şey değil. Bunlar yaşandıysa ve sen hala yaşıyorsan söyleyeceğim bir kelime bile hayatını riske sokabilir. Yine de sana yardım etmek istiyorum. Babanın senin için tuttuğu bir günlük var. Baban 8 yıl önce senin kaybolduklarını söylediğin gün onu bir kasaya koyduğunu söylemişti. Bana da bir anahtar verdi. Senin zamanı gelince alacağını söylemişti.” dedi.

Ardından ayağa kalkıp yukarıya yöneldi. Duyduklarım beni her saniye daha da şaşırtıyordu. Hala yaşıyorsan demişti. Bu ölmüş olmam gerektiği anlamına mı geliyordu? Ve günlük. Babamın işiyle ilgili olduğunu düşündüğüm defter günlük olabilir miydi?

Ayrıca ben evde bir kasa gördüğümü hatırlamıyordum. Cevaplara yaklaştıkça daha fazla soru ortaya çıkıyordu. Sanki koca bir binadaydım. Sondaki odaya ulaşmaya çalışıyordum ama her açtığım kapıda karşıma daha fazla kapı çıkıyordu. Kapılardan geçip sürekli ilk odaya geri dönüyordum.

Daldığım düşünce dünyasından merdivenden inen adım sesleri çıkardı beni. Jisung amca zincire asılı küçük bir anahtar tutuyordu elinde. Aşağı inince anahtarı bana uzattı.

Elinden anahtarı aldıktan sonra “Büyük ihtimalle bilmiyorsundur ama Jisung amca, bahsettiğin kasa nerede?” diye sordum.

Bunun üzerine kahkaha atmıştı. “Bunca yıldır fark etmedin mi? Derin dondurucunu pek kullanmıyorsun sanırım.”

Gerçekten kullanmıyordum. Ama kim derin dondurucuya kasa koyardı ki?
Jisung amcanın gülüşü bulaşıcı olmalıydı. İstemsizce ben de gülmeye başlamıştım. N de bana katılmıştı hatta.

Jisung amcayla birkaç saat daha oturup sohbet etmiştik. Konuşmayı çok seviyordu ama konuşacak kimsesi yoktu. Bizi birer kutu kurabiye ile uğurlamıştı. Biz de onu sık sık ziyarete geleceğimize söz vermiştik.

Orada geçirdiğim birkaç saat benim için gerçekten rahatlatıcı ve mutlu edici olmuştu. Ama hala yapmam gereken bir şey vardı. N arabayı benim evime sürmüştü.

Evi ailem gittikten sonra kendime göre düzenlerken dondurucuyu bulup açmıştım. En üstte donmuş vişneler vardı. Ben de altlara bakma ihtiyacı duymadan depoya koymuştum. Yiyecekler bozulmasın diye fişe bile takmıştım.

Depoda dondurucu aynı yerde bekliyordu. N fişi çekip içini açmıştı. Vişneleri umursayamadan bir kenara fırlatmıştık. Gerçekten de altta metal bir kasa vardı. Ama yıllardır orada durmaktan etrafı buz kaplanmıştı.
Her şeyi öğrenmek için tek yapmamız gereken erimesini beklemekti.

The Son Of The Moon // SebaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin