Ertesi gün, Hermione İhtiyaç Odası'na gitmesi gereken saatten yarım saat kadar geç gitti; çünkü Draco'nun ders programını ezbere biliyordu –yalnız yakalamaya çalıştığı sırada onun ve Parkinson'un programlarını ezberlemiş ve ne yazık ki henüz zihninden silememişti, işine yaraması tamamen tesadüftü– ve kendisinden yarım saat önce dersten çıkacağından emindi. Kendisinin de yarım saat gecikmesi, arada toplam tam bir saat olması demekti. Böylece Parkinson'ın dersi de bitmiş olacaktı –çünkü o Draco'dan 40 dakika sonra dersten çıkıyordu– ve kendisini garip hissetmesine sebep olacak bir ortamın oluşmayacaktı.
Kendisini garip hissetmesinin sebebinin Malfoy'la muhtemelen kısacık bir on, belki on beş dakika süresince yalnız kalacak olması oluşu, kendisini apayrı bir açıdan garip hissetmesine de sebep oluyordu ama o, görmezden gelmesi daha kolay bir gariplikti. Aslında öyleydi ama her neyse.
Her neyse, çünkü Hermione geçirdiği uzun, gerçekten uzun geceden sonra Malfoy'la değil on beş dakika, on beş saniye aynı ortamda yalnız kalırsa kendini hiç olmadığı kadar garip hissedeceğini biliyordu. Çünkü sabahtan beri bu hesabı yaparken bile hayal edebildiği her on beş saniye sadece düşünce olarak bile garip hissettirmişti.
Duvarın önünde attığı 7 tur bittiğinde ve Hermione önünde beliren kapının kilidini çevirdiğindeyse yaptığı hesabın doğruluğuyla gurur duyarak derin bir nefes verdi. Yine de, bakışları odanın içinde dolaştığında farkında bile olmadan parmak uçlarıyla omzuna dokundu. Garip, garip, garip.
"Granger geldiğine göre artık şikayet etmeyi kesip çeneni kapatacak mısın?" Hermione Parkinson'un buz gibi bir ifadeyle Ron'a çıkıştığını duydu ve bir huzur ortamının içine düşmediğini fark etti. Tartışmaya nasıl dahil olduğunu bile bilmeden kaşlarını çattı.
Odanın tam aksi ucunda Draco, istikrarlı bir şekilde Hermione'nin olduğu tarafa bakmamaya çalışıyordu. Hatta Pansy ve Weasley'nin tartışmasını dinlemeye çalışıyordu ki bu yeni bir şeydi. "...Slytherin'in geri kalanı gibi."
Cümlenin başını kafasını asla tam olarak onlara veremediği için duymasa da, duvarda sessizce yanına yaslanıp asasını inceleyen Potter'ın anlık yerinde kıpırdanışından ve Granger'ın aptal mı bu çocuk, ifadesiyle gözlerini devirmesinden –ona doğru bakmaması gerekiyordu, kahretsin– belliydi ki kullanılan tanım iltifat sayılmazdı. "Sadece burada duruyorum ve sizin aptal, çocukça kavganızı izliyorum." dedi Draco suratını buruşturarak, saldırıya geçmek yerine ikisinin de susmasını ima etmesinin herkes için daha faydalı olacağını düşünmüştü. Böldüğüm için kusura bakmayın ama toprağın altından sizi duyamam.
Weasley sanki onun da burada olduğunu yeni hatırlamış gibi burnunu kırıştırırken yanındaki Potter "Biliyor musunuz, ilk kez cümlesinin tamamına katılıyorum." diye homurdandı.
Draco'nun suratından zayıf bir sırıtma gelip geçti.
-
"Bana böyle hiçbir yere varamayacakmışız gibi geliyor." dedi Ron –bu kez Parkinson'un duymadığından kesinlikle emin olarak– Hermione'ye doğru. Günlerdir aksatmadan uğraşıyor, kitaptaki büyüyü sonunda uygulayıp dolabı çalıştırmak için durmadan bir araya geliyorlardı. Yine de, görünen oydu ki arada bir kafa kafaya gelmeleri ve nadiren de olsa aynı fikirlerde birleşebildiklerini görmek haricinde bir ilerleme kaydedememişlerdi. Bir de, Parkinson'la kavga etmek çok yorucuydu çünkü kızın istisnasız her şeye bir cevabı vardı.
"Hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir." dedi Hermione olanca olumluluğuyla, çünkü, bilemiyordu, gün sonunda başarısız olurlarsa, Malfoy gerekeni başaramazsa ve cezalandırılırsa, en azından ellerinden geleni yaptıkları için vicdanı rahat olurdu. Tüyleri ürpererek her geçen gün bu düşüncenin daha üzücü olduğunu fark etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
never say never | dramione
FanfictionDraco Malfoy yaşayan en tanımlanamaz insandı ve Hermione'nin tanımlayamadığı şeylere alerjisi vardı. ♪the fray - never say never