Selamun Aleykum. Yıldıza tıklayalım ki goncalar, gül açsın. Yorumlar can suyu, verimi bol olsun!
Ruhumun yalan yanlış söylediği ninni göz bebeklerime isabet edeceği sırada, salondan gelen telefon sesiyle ıskalamıştı. Elimin altındaki vücut sıcaklığı avuçlarımdan akmış, kavradığım monttan çekilen parmaklarım halsizce yanı başıma düşmüştü.
İkimizde yattığımızdan beri uykudan haber alamıyorduk ve bu, rahatsız edici sessizliğin hayli germiş olduğu odayı daha da durulamaz hale getiriyordu.Gerginliği had safhada hissettiğim anda dilimin kenarında dolaşan kelimeler içimdeki sorulmayı bekleyen soruyu yaka paça dışarı attı.
"Kızgın mısın bana?"
Bir şey söylemedi. Sadece yüzünü tavana çevirdi. Aralık perdeden içeri giren gece, kenara çıkıp Faruk'un hatlarına yol verdi. Ayrıntılı olamasa da artık onu görebiliyordum.
Yutkunamadığını mesela. Havadan kopardığı nefesin boğazına nasıl büyük geldiğini. Nasıl geri veremediğini.
Bunları fark ettiğimi anlamış gibi arkasını döndü. Bana bakmasını sağlamak maksatlı harekete hazır parmaklarımı caydırmak için dişlerimin arasına alıp uçlarını ısırdım. Tam dudaklarımı tekrar aralayacakken ''Ne değişecek, Gül.'' Dedi. ''Kızgınsam ne değişecek?''
''Hiçbir şey.'' Dedim, umursamazca. Normalde daha ılımlı cevap verebilirdim belki fakat düşünüyordum da sözlerindeki soğukluk buz kesmeme neden oluyorsa o da üşümeliydi.
''Ağzını bozma.''
Burnuma kadar gelmiş yorgandan kollarımı ayırıp şaşkın bir ifadeyle ona baktım. "İyi de küfür etmedim ki." Yastığa daha sıkı sarıldım. Kendi tarafındaki yorganı aralayıp üzerinde sadece süngeri bulunan yatağa oturdu. Dirseklerini dizlerine yasladı. Başını da öne eğip elleri arasına aldı. Sonra da "Bundan. büyük. küfür. mü. var." Dedi, tane tane.
Eğer şu dediğinin bırakacağı hasarı önceden tahmin edebilseydim ve yanımda yedek parça taşımadığımı bilebilseydim, ah keşke bilebilseydim duymamak için elimden geleni yapardım. Ama bir kere duydum işte.
Her konuşmasında bir parçamı çıkarıyordu, tamamlanamayacağım şekilde eksiliyordum.
Komodindeki telefonunu uzandı. Bir süre onunla meşgul oldu ve telefonu bırakır bırakmaz yattı. Bende fırsattan istifade Akif'in hayalini kurdum. Şimdi burada olsa bana masal okurdu. Ya da en sevdiği renk olan turuncu üzerine küçüklükten beri yaptığı komplo teorilerini en baştan anlatırdı. Bende sıkılmadan dinlerdim. Korkunç teorileri üzerine biraz ürperir, üşürdüm muhtemelen. O da beni ısıtırdı. Hem ısınsam dahi Faruk gibi kollarını çekmezdi. Bırakmazdı, bırakamazdı. Bırakmayacağını bildiğinden tutmamıştı belki de en baştan elimi.
Sol tarafıma döndüm.
Faruk'u gördüğümde damarlarımdaki mutluluk çekildi. Kurduklarımdan dolayı yüklendiğim suçluluk belimi büktü. Akif'in hayali ayaklandı. Onu yolcu etmek için yattığım yerden kalktım. Sonra da iyice hantallaşmış yorganı sürükleye sürükleye Faruk'un üzerine bıraktım. Açıkta kalan lacivert çoraplara bezeli ayaklarını da örtmeyi unutmadım. Kıpırdansa da geri hareketsizleşmişti. Yanından ayrıldığımda Tarık abimin vitrinden bozma komodinindeki, sokak lambasının gözlerini kamaştırdığı çerçeveyi elime aldım. İçindeki, çekildiği yılı saymazsak on bir yıl genç gösteren fotoğrafa baktım, baktım... Baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gül gonca
RomanceHikayede kusur varsa bendendir, İslam'dan değil. Hikayeye yorum yaparken lütfen argo kelimeler kullanmayın. "Seni nasıl sevdiğimi bilsen gitmezsin. Bilmediğinden gidiyorsun ben biliyorum."