Selamun Aleykum. Yıldıza tıklayalım ki goncalar, gül açsın. Yorumlar can suyu, verimi bol olsun!
İçeri geçtiğimizde bir girişteki koridorun lambası açıktı. Onu söndürerek yatak odasına girdik. Faruk, bir müddetin ardından kazağının boyun kısmında oluşmuş ıslaklıktan dolayı duş alacağını söyleyip yatak odasından çıkarken beklemeyip yatmamı da söylediklerine ekledi. Üzerimdeki dışarıyla alakadar kıyafetlerden kurtuldum. Eşofmanlarımla kaldığımda penceredeki şeffaf perdeleri kenara alıp diğer ev belli etmeyenleri örtürek duvara, arkama yastık koyup yaslandım. Sonra çalışma masasındaki kitaplardan birini kucaklayıp tekrar yaslandım. Sayfaları çevirirken Faruk geldi. Bu kadar erken gelmesini beklemiyordum açıkçası. Ama nereden olursa olsun erken gelmesini seviyordum. Onun erken gelişlerinin çoğunu bayramlarla karıştırıyordum. Böyle zamanlar çiçekli elbiselerimi giyip önüne şeker tutasım geliyordu.
Gülümseyerek bakmış olsam gerek o da aynı tepkiyi verdi. Kıyafetten yoksun omuzları, omuzlarının altına sığınmış köprücük kemikleri, göğsü, kızılla çizilmiş kaburgaları tebessümümü iki büklüm ettiğindeyse beni gardıroba dönüp sırtıyla baş başa bıraktı. Onun sırtı, sırtlandıklarıyla doluydu. Bu önce Allah'ın sonra annesinin en son ise benim bildiğim belki de tek sırrıydı.
Altındaki eşofmana benzeyen üstlüğü, başından geçirdi. O sırada kitabı aldığım yere bırakıp "Merhemlerini sürdün mü?" Diye sordum. "Hayır." Dedi, çizik aynadan bana bakarak. "Onlar Tokat'ta."
Sürme zorunluluğundan kaçamamasının verdiği sevinçle yerimden kalkıp "Onları getirdim." Diyerek yerdeki çantamı kurcaladım. Merhemleri en alttan çıkardığımda bana olan bakışını unutamam ve şey gibi böyle deyip anlatmaya çalışsam sanırım anlatamam.
Giydiği eşofmanı geri çıkararak yatağa oturduğunda çaprazına oturdum. Bir bacağımı kırıp yarı bağdaş kurarken diğerini de yataktan aşağı sallandırdım.
Merhemi işaret parmağıma sıktığımda her merhemin kapladığı yarada, yaranın nereli olduğunu sordum. Bir çoğuna El Bab dedi, İdlib dedi, Birkaçına Cizre dedi, Sur dedi, biriyle hemşehri çıktık. En çok o yaraladı beni. En çok merhemi ona yedirdim. Boğulana kadar ağzına tıktım.
İşlevimi bitirdiğimde teşekkür edip yaralarını siyah eşofmanıyla kapadı. Sonra da birden "Düğün fotoğrafları hariç bizim hiç birlikte fotoğrafımız yok değil mi?" Dedi. Başımı iki yana salladığımda yatağın altına eğildi. Bir süre orada zaman geçirdikten sonra bir koliyle çıktı. Kolinin içinden bir tane de kutu çıktı. Kutuda fotoğraf makinesi olduğu dışından anlaşılıyordu.Küçük ve fazla sevimli fotoğraf makinesine film taktı ve "Gel buraya," Dedi. "Bu halde mi?" Desem de başını çocuksu bir havayla salladığında karşı koyamadım. Yanına gittiğimde nasıl duracağımı bilemez halde öylece bekledim. Makineyi ayarladı. Elimin biri aşağıya bakarken diğerini kolumun üzerine koydum. Faruk da sırtımdan dolandırıp kolumun üstüne koyunca elimi biraz aşağı çektim. O da aşağı çekti. Bu bir süre böyle devam etti. Sanki kolumun üstünde yakalamaç oynuyorduk. En son ise kendimden beklemediğim şekilde elimi onunkini üstüne koydum. Faruk'ta gülümseyerek fotoğrafı çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gül gonca
RomanceHikayede kusur varsa bendendir, İslam'dan değil. Hikayeye yorum yaparken lütfen argo kelimeler kullanmayın. "Seni nasıl sevdiğimi bilsen gitmezsin. Bilmediğinden gidiyorsun ben biliyorum."