Selamun Aleykum. Yıldıza tıklayalım ki goncalar, gül açsın. Yorumlar can suyu, verimi bol olsun!
Bakmayın siz bizim sarıldığımıza sonradan daha kötü olduk. Yaylada birlikte kaldığımız süreç boyunca aramızın düzelmesi için çok şey yaptı. Ama hiçbiri yarama yaramadı.
Tokat'a döneceğimiz sabah arabada otururken Faruk son bir kez şansını denemek ister gibi arka koltukta uzanan, bana aldığını söylediği kitabın sayfalarını yığılmış çiçekleri gösterdi ve Diyarbakır'ın kaldırımlarında karşılaştığı arkadaşlarını benimle tanıştırdı. Hiç memnun olmadığımı yüzlerine karşı söyledim bende. Bunun üzerine kitabı sırt çantasına geri koyup çantayı da arka koltuğa bıraktı. Direksiyona geçerken ise olabildiğine gergindi. Radyoyu açtı. Kanallarda dolaştı. Çeken birini buluncaysa bıraktı. Çalan türküyü dinlerken dağların mı yoksa benim mi kış olduğumu ayırt edemedim. Fakat üşüyen yolcumun Faruk olduğuna emindim.
Arabayı çalıştırdı. Aynadan bakarak geri geri giderken direksiyona da sert bir şekilde müdahale ediyordu. Arabanının yönünü çevirip çıkıntılı yolda ilerlediğimizde "Gül..." Dedi, bakışlarını karşıdan ayırmadan. "Daha ne zamana kadar kaçacaksın?"
Camdaki buğuyu parmağımla karaladım ve hemen akabinde kendi kendime söylendim.
"Ben kaçmıyorum."
"Kaçıyorsun."
"Kaçmıyorum." Dedim, üzerine bastırarak. Başıyla onayladı. Sonra da kısa bir süreliğine bana baktı.
"Peki bana açıklar mısın, şu ayaklarımdaki yorgunluğun sebebi seni kovalamak değil de ne?"
Cevap vermedim. Yutkunup durdum sadece. Daha da konuşmadık. Kasabaya uğrayıp annelerimizin yaptığı yiyecekleri ve Ahsen'den birkaç gün önceki olaya dair özrü aldıktan sonra Tokat'a doğru ilerledik. Tokat yolunda aşırı şiddetli bir yağmura denk gelsek de Faruk arabayı çok hızlı sürüyordu. İki kere uygunsuz zamanlarda sol şeride geçmişti. Kornalarla uyarılar gelince kendini yola vermeye, odaklanmaya çalıştı. Makas atarak ilerleyen bir sürücü bizi tehlikeye sokuncaysa arabayı benzinliğe çekti. Elini alnında gezdirip arabayı tamamen durdurdu. Aşağıya inip benzinlikteki markete girdi. Daha sonraysa elinde iki karton bardak çay ile geldi. Olduğum tarafın camını tıklattığında açmadım bile. Sadece hareketlerimle istemediğimi belirttim. O da gidip kalan çayı dolum yaptıran bir diğer sürücüye ikram etti. Hatta aralarında dudak kıpırdamalarından belli olan birkaç cümlelik diyalog geçti.
Tekrar arabaya geldiğinde daha rahatlamış görünüyordu. Besmele çekip çıkardığı anahtarı taktı ve yola devam etti. Kısa sürede de eve geldik. Taşıyabileceğim kadar eşyayı alıp kapıyı açtım. Onları mutfağa bıraktıktan sonra ise akşamdan yararlanarak erkenden odaya gittim. Üstüme rahat bir eşofman giyip abdest aldım. Yatsıyı kıldıktan sonra da kapıyı kapatarak ışığı söndürdüm. Perdeyi de sonuna kadar açtım. Kapı tıklatıldığında yastığını ve üşümemesini sağlayacak kalın bir yorganı kucaklayıp menteşeyi indirdim. Kolumdaki fazlalıkları hiçbir şey söylemeden onunkilere bıraktığımda, bana olan bakışı ciğerimdeki yanık kokusunun başlıca sebebiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gül gonca
RomanceHikayede kusur varsa bendendir, İslam'dan değil. Hikayeye yorum yaparken lütfen argo kelimeler kullanmayın. "Seni nasıl sevdiğimi bilsen gitmezsin. Bilmediğinden gidiyorsun ben biliyorum."