Selamun Aleykum. Yıldıza tıklayalım ki goncalar, gül açsın. Yorumlar can suyu, verimi bol olsun!
O gittiğinden beri göğüs boşluğum, iki kaburgamın arası, iman tahtası kemiğimin arkası, diyaframımın üstü... Şuram işte... Şuram bir garipti.İki gün geçmiş halen gelmemişti.
Üçüncü günde evi topladım. Çamaşırları yıkadım. Dördüncü günde kurudu, katladım. Yine gelmedi. Beşinci gün kendi kendime aldığım bir kararla bavulumdakileri ve bavulumdakileri gardrobuna yerleştirdim. Turuncu renk neyim varsa hepsini siyah büyük bir poşete doldurup çarşının oradaki kıyafet kutusuna bıraktım. Dizlerim için olan kremleri düzenli olarak kullanmaya başladım. Bileğimdeki bilekliği çıkardım. Yatağın nevresimlerini değiştirdim. Kuru fasulye yapmayı tariften de olsa tuzu biraz eksik de gelse öğrendim. Yine gelmedi.
Tarık abim geldi o gelmedi. Tarık abim gitti o yine gelmedi.
Bir gece vakti geleceğine dair mesaj attığında direk mutfağa koştum ve annemi aradım. Fazlaca sohbet ettik sonra da fırında soslu köfte ve patates tarifini bana anlatmasını istedim. Dediklerini not alarak telefonu kapattım ve gerekli her şeyi hazırladım. Köfteyle patatesler piştiğinde fırını kapatıp servis ettim ve beklemeye başladım.
Ama o kapı bir türlü tıklatılmadı.
Masa başı sabahlamalarım günlerle beraber bir hayli birikti. Yine bir gün dalgın halde, baş parmağımı dişler vaziyette masaya geçerken anahtar sesi geldi. Vakit kaybetmeden oturdum. Faruk'un bedenini ise hesaplayamadığım kadar kısa bir saat diliminde sırtımı verdiğim sandalyenin ardında hissettim. Bayatlamış yemeklerin kokusu burnumu yoklarken "Özür dilerim," Dedi belli belirsiz. ''Haber vermem gerekirdi.''
"Sorun değil," Deyip hızlıca tezgaha tabakları taşımaya başladım. Birkaç sefer döndüm. Her tabağı kaldırışımda ellerim titriyordu. Yüzüne bakamıyordum. Fırın kapağına astığım bezi alıp masayı silmeye yeltenecekken kolumdan tuttu, fevri bir hareketle kurtularak ocağa yöneldim. Niye buraya yöneldiğim hakkında bir şey bilmiyordum, kafam karışmıştı. Bulunduğum yere uygun bir şeyler söyleme ihtiyacı duydum ve "Ben şimdi hepsini ısıtırım. Bir şeycikleri kalmaz." Dedim, gülümsemeye çalışarak.
"Gül."
"Hem annem bazı yemekler bekleyince tadı daha güzel olur derdi."
"Gül."
Ocaktaki küçük gözü yakmaya yeltendim, yakamadım. Parmaklarımı tezgâha yaslayarak titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerim doldu, onları içime boşalttım. Yüzümü ona döndüm. Tam arkamda, parmakları avuç içine bükülü halde eli havada asılıydı. Omzumda müsait yer yoklar gibiydi. Yavaşça elini indirdi. İşte bu beni ağlatan hareket oldu. Koşa koşa yukarı çıktım.
Gözlerimi sertçe silerek ağlamama kızdım. Neden ağladığımı biri bana izah edebilir miydi? Çünkü ben bu konuda epey zorlanıyordum.
Yatakta öylece oturup bunu tekrar tekrar düşündüğümde yanıma uzandı. Silahı halen kılıfındaydı. Gözleri kapalıydı. Elini benim tarafımda gezdirdi. Her seferinde boşluğa denk gelince parmaklarını biraz daha uzattı. Hırkamın sırt kısmını parmaklarının arasına aldığında ardımdan gelen eller belimde birleşip beni sıkıca sardı. Yanaklarım daha da ıslandı. Boynuma özür bırakarak alnını yasladığında karşı koyamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gül gonca
RomanceHikayede kusur varsa bendendir, İslam'dan değil. Hikayeye yorum yaparken lütfen argo kelimeler kullanmayın. "Seni nasıl sevdiğimi bilsen gitmezsin. Bilmediğinden gidiyorsun ben biliyorum."