XIII/görmek ister misin?

6.3K 677 266
                                    

"Yarın görüşürüz, Jungkook." Sehun havlusunu omzuna atar atmaz gözden kayboldu. Ben ise havuzda boydan boya birkaç tur daha attım ve boş salonun duvarlarına çarpan su sesini dinleyerek kendi kendime gülümsedim.

"Ne o, çok mutlu gibisin?" Sesle birlikte sırt üstü uzanarak attığım kulaçları kestim ve ayaklarım yere değene kadar doğruldum. Jimin, elindeki katlı havlular, üzerindeki mavi kısa kollu tişörtü ve bacaklarını sıkı sıkıya sarmalayan dar kotuyla sırıtarak bana bakıyordu. Kafasını yasladığı sol omzunun üzerinden büyük bir neşeyle bana bakıyordu.

"Oh, geldiğini duymadım." Omuzlarını silkti ve havuza bir adım yaklaştı.

"Çok sessizimdir. Her konuda çok sessiz." Son cümlesini sesini kısarak ve burnunu kırıştırarak söylediğinde bedenim anında buz kesmişti.

Demek çok sessiz. Hangi konuda... çok sessiz?

"Anladım." Gergin bir kıkırtı dudaklarımdan taştığında havuzun merdivenlerine doğru suyun içinde yürüdüm. Onun da merdivenlere doğru ilerlediğini gördüğümde üst üste dizilmiş havlulardan en üsttekini seçti ve diğerlerini şezlonga fırlattı. Havluyu açarak kollarının üzerine serdi ve beni beklemeye başladı.

Resmen elinde havlu, sudan çıkmamı bekliyor. Ah, eriyorum galiba.

Soğukla gram alakası olmayan titrememi durdurmak için merdivenin demir kollarına sıkı sıkı tutundum ve ilk basamağı çıktım. İkincisi ve üçüncüsünü de çıktığımda doğrulmam biraz zor olmuştu. Çünkü Jimin hemen dibimde, bir karış uzağımda duruyordu. Elindeki havluyu almama kalmadan havluyu kollarının üzerinden geçirdi ve karnımın etrafına sardı. Sadece bununla da yetinmeyip belimin etrafından geçirdiği kollarıyla havlusunu sıkı sıkı tenimi sarmasını sağlandığında karnımı içime çektim. Belimin arkasında birleşen ellerini hissettiğimde istemsizce yüzüne doğru üflediğim nefesle saçları alnından geriye savruldu. Yaramaz bakışları göğsümün üzerinden kalkıp gözlerime baktığında dağılan perçemlerini izledim. Ardından kaydı, alnından kaydı gözlerim. Gözlerine kilitlendi, gözlerinden geçemedi. Parmaklarını çıplak tenimden çekmeden önce soluduğu nefeslerini ıslak boynuma bıraktı ve havlunun belimden kayıp gitmesini sağlayacak kadar uzaklaştı.

Yüzündeki gülümseme en asi tavrıyla birlikte yerini aldığında genişleyen yanaklarını, biraz olsun kısılmayan ve beni baştan aşağı süzen gözlerini, usulca alt dudağına saplanan beyaz dişlerini ve siyah saçlarının birkaç santim altında kulağında sallanan halka küpesini izledim. Sadece birkaç saniyelik bir andı fakat saatler boyunca dayak yemiş gibi hissettirmişti. Ne yaptığının farkında olan ifadesi, yiyeceğim darbelerden bile daha çok acıtan bir etkiye sahipti.

Ben ise... Ben ise sadece arkasından öylece bakabilmiş, bilinçsizce arkaya doğru bir adım atmış ve havuza düşmüştüm. Etrafta yankılanan su sesini duyduğuna adım kadar emindim, tıpkı kahkahasını duyduğuma emin olduğum gibi.

*

Dolaba gelişigüzel atılmış kırışık tişörtümü aldığımda etrafa hala boş boş bakınıyordum. İçeride daha önce tanıştığım iki çocuk vardı. Mayolarını giymiş giyinme odasından çıkmaya hazırlanıyorlardı. Ben ise hala sersemdim. Belimi sarmalayan sıcak kollarını, tenime değen parmak uçlarını unutamıyordum. Çocuklar odadan çıkar çıkmaz dudaklarımdan koca bir 'of' döküldü ve dolabımın kapağını çarparak kapattım.

"Bugünlük yeterli sanıyordum." Çarptığım dolap kapağı gibi sesini duyduğumda irkildim ve nasıl bir durumda olduğumu umursamadan düşüncesizce arkamı döndüm.

"Ha?" Yeni duş aldığını belirten ıslak saçları her yerdeydi. Alnında, gözlerinin önünde, şakaklarında, gözlerimin değdiği her yerin köşesinde, zihnimi dağıtan hayallerimde...

"Seni şu halde görüşüm diyorum, bugünlük yeterli sanmıştım." Eliyle vücudumu işaret ettiğinde kafamı eğdim ve ne halde olduğuma baktım.

İç çamaşırı. Sadece lanet olası siyah bir iç çamaşırı.

Fakat hiçbir şey yapmadım. Ellerimle vücudumu örtmek için bir girişimde bulunmadım. İlk defa utandığımı göstermekten çekiniyordum ona karşı. Ellerim iki yanımda durmaya devam ederken onları yumruk haline getirmemek için derin bir nefes aldım.

"Neden yeterli sandın ki?" Kaşları kalktı ve kollarını göğsünde birleştirdi. Bakışları en alttan başladı, çıplak bacaklarımdan.

"Kaslı baldırlar, keskin çizgiler, dolgun hatlar, güçlü kollar ve alnına dökülen ıslak saçlar..." Birkaç saat önce yaptığı gibi başını yeniden omzuna yasladı. "Bu sahneyi bir kere görmenin yeterli olacağını sanmıştım. Bilirsin, fazlası... benim için zararlı?" Meydan okurcasına kaldırdığı ve büzdüğü dudakları bir metreküp buzla dolu odaya atlamışım hissini yaratmıştı üzerimde. Ama olmadım, onun istediği utangaç çocuk olmadım bu akşam. Üzerimdeki titremeyi atabilmek için sırtımı dolaba yasladım. Soğuk demir, kemiklerimi ağrıtırken ellerimi iki yanımda tutmaya devam ettim. Benimle oynuyordu. Park Jimin benimle öyle güzel oynuyordu ki, karşısında yıkılan bir piyon gibi hissediyordum. Ama bilmiyordu; bir vezir piyonu nasıl devirirse, bir piyon da şahı devirirdi elbet.

"Bu senin için neden zararlı olsun ki?" Dudaklarıma sinen oyuncu gülümseme sayesinde rahatladım. Ona onun bana yaptığı karşılık veriyor olmak keyfimi yerine getirmişti. Ama hala heyecan doluydum, saçlarımın her bir telinden ayak uçlarıma kadar. Göründüğüm kadar cesur da değildim. Bunların hepsi bir oyundu.

Ama yine de iyi gidiyorsun Jungkook, beklediğimden daha iyi.

"Görmek ister misin?" Kollarını çözdü ve aynı benim gibi iki yanında sarktı. Ardından beklemedi. Cevap vermemi dahi beklemedi, bir şans tanımadı bana.

Hızlı adımları çıplak ayaklarımın dibinde durdu. Islak saçlarını sadece birkaç salisede eliyle geriye iteledi ve o anki boşlukta dudaklarıma kayan bakışlarıyla belime tutundu. Sıkı sıkıya tutundu elleri belime. Bacakları, bacaklarıma kadar sokuldu, sıcaklığını tarif edebileceğim kadar sokuldu. Burnu burnuma çarptıktan sonra dudaklarıyla tanıştım yeniden. Bana tutunan kollarından bile sıkı tutundu dudakları dudaklarıma. Ellerimi aceleyle boynuna doladım. Defalarca kez saçlarından bile kıskandığım ensesi avuçlarımdaydı.

Öpüştük, zaman kavramını kaybedene kadar öpüştük. Dudakları defalarca kez dudaklarımı sıyırdı, dili dilimden dolandı damağıma dokundu, o güzel dişleri sayısız kez dudaklarımda sızladı. Biz, nefeslerimiz birbirine yetene kadar öpüştük o kuytu köşede.

İhtiyacım olan tek şey buymuş. Yaşamanın nasıl bir his olduğunu anlamam için ihtiyacım olan tek şey sıcacık dudaklarıymış meğer.

kairos ¦ jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin