XXII/mezarlık

5.1K 561 80
                                    

"İki hafta geçti, Sehun. Bana çıkma teklifi edeli ve biz sevgili olalı koskoca iki hafta. Hani aramızda bir bağın oluşması falan gerekir, değil mi? Ne bileyim bana ailesini, çevresini, kendisini falan anlatır, daha da yakınlaşırız. Ama böyle bir şey yok. Daima ben anlatıyorum, o dinliyor ve sonra konu değişip basit bir şeylere geliyor. Bu çok sinir bozucu." Sehun kaşlarını kaldırınca kırışan alnını kaşıdı ve alt dudağını sarkıttı.

"Hiç ilişkiye girdiniz mi?" Dedi doğruca.

"Hayır." Dedim hemencecik. Öpüşmek ve elleşmek dışında hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey...

"Çekindiği bazı konular olabilir, Jungkook. Ne bileyim önceki ilişkilerinde yaşadığı sorunlardan ötürü geri duruyor olabilir, aynı şeyleri yaşamak istemiyor olabilir." Omuzlarımı silktim ve geriye yaslandım.

"İyi de bunu benimle paylaşsa en azından daha iyi olmaz mı? Böylece bende ona nasıl yaklaşmam gerektiğini, onun nelerden çekindiğini bilebilirim böylece." Büyük bir yudum içtiği sütlü çayını tek seferde yuttu ve aynı benim gibi geriye yaslandı. O birkaç saniyeliğine durup düşünürken bende kafede çalan kısık sesli yavaş parçayı dinledim. Fransızca mıydı? Elimi koyu renk bir meşeden yapılmış masanın üzerine koydum ve ahşabın ortasındaki yarıkları okşadım. Düşüncelerime sahip çıkamıyordum, dahası bunu Jimin'e pat diye söylemekten korkuyordum.

"Bunu direk olarak yüzüne söylesene." Yüzüne 'hadi oradan' bakışlarımı yollamaktan çekinmedim.

"Ne?" Dedi ellerini kaldırarak. "Siz artık sevgili değil misiniz? Onun senden bir şeyler saklamasını istemiyorsan sende saklamamalısın. Kafanda ne soru işareti varsa bunu onunla paylaş. Hatta birazdan burada olurlar, ben Jongin'i onaylarken hiç beklemeden konuş." Kafasını sağa yatırdı ve omuzlarımın arkasından belirli bir noktaya baktı ve hafifçe gülümsedi.

"İşte, geliyorlar bile." Birden bire abartılı bir şekilde arkamı döndüğümde gerçekten de o ikisinin kapıdan içeri girdiğini görmüştüm. Sehun'un cesaretlendirme girişimlerinden sonra büründüğüm telaş tüm bedenimi sardı. Sormalı mıydım, sormamalı mı?

Jongin'in arkasında kalan Jimin oldukça asık suratlı görünüyordu. Bugün diğer günlerden daha da keyifsizdi. Gün geçtikçe bu durum giderek artıyordu ve ben sebebini hiçbir şekilde öğrenemiyordum. Havanın yeterince kapalı olmasına rağmen taktığı gözlüklerini kafasının üzerine kaldırdı ve yanımdaki sahneyi büyük bir gürültüyle çekerek oturdu. Bana döndü ve kısa bir gülücük atarak dudaklarıma anlık bir öpücük kondurdu. Fakat ruhsuzdu, yaptığı her şey fazla ruhsuzdu.

"Selam." Dedi Jongin bana bakıp gülümseyerek. Kafamı sallayarak gülümsedim

"Selam." Dedi o da ardından gönülsüzce. Ona ise sadece kafamı sallamakla yetindim ve kahvemden bir yudum almak için doğruldum. Kolunu sırtımın arkasından sarkıttı.

"Nasılsın, Jimin?" Sehun her zamankinden farklı olarak önce Jimin'e sorduğunda şaşırmadım bile. Çünkü durum cidden nasıl olduğunu soracak kadar ciddi gibiydi. Bugün şikayet ettiğim diğer günlerden çok daha farklıydı.

"Her zamanki gibi. Sen?" O kibar gülümsemesini yüzünde göremeyince içimi çektim ve bakışlarını üzerimde hissettim.

"Bir sorun mu var?" Omzumu okşayarak değişen ses tonunu duysam da zorakiydi işte.

"Hayır. Peki ya sende bir sorun var mı?" Omuzlarını silkti ve elini omzumdan çekti.

"Hayır." Kafamı sallayarak aramıza giren bu soğukluktan nefret ettim. Bir derdi vardı, buna adım gibi emindim artık. Derdi olabilirdi, herhangi bir sorunu olabilirdi ama bunu benimle paylaşmıyordu. Sormadığım sürece söylemeyecekti de.

"Bir şey içecek misin, Jimin?" Yanımıza gelen garsonu Jongin sipariş verdiğinde fark edebilmiştim ancak.

"Hayır, çok kalmayacağım zaten."

"Neden?" Sesimin ayarını tutturamayışım yüzünden yüksek bir tonda dudaklarımdan dökülen sorum onu şaşırtmamıştı bile.

"Halletmem gereken bir iş var."

"Ne işi?" Gözlerini yumdu ve yutkundu.

"Jungkook," Durdu ve yeniden yutkundu. "Sadece kahveni içsen ve sessiz olsan?" Sitemkar olduğunu biliyordum. Onunla konuşmamdan rahatsız mı olmuştu? Tanrım, bu çok kötü hissettiriyordu. Tek bir kelime bile söylemeden soğuyan kahvemi tek dikişte bitirdim. Daha sonra aniden bir şey yaptım. Daha düşünmeme bile vakit kalmadan yaptığım anlık bir şey... Sandalyemi bacaklarımla geriye iterek masanın üzerinde telefonumu elime aldım ve ayağa kalktım.

"Ben eve geçiyorum, sonra görüşürüz." Ortaya konuşup ona bakmadan arkama döndüm ve kafenin çıkışına doğru yürümeye başladım. Kahvenin parasını çoktan ödemiştim, ceketim üzerimdeydi. Yani kalkmaya fazlasıyla müsait bir durumdaydım.

Her şeyi yapabilirdi. Benimle her şeyi paylaşabilirdi, beni ciddiye almadan sırıtabilirdi, bana sataşabilir ve benimle dalga bile geçebilirdi fakat bana böyle ilgisizce konuşup emir veremezdi. Sorun bende değildi ki. Neredeyse bir haftadır keyfini yerine getirmek için her türlü yolu denemiştim ama o bir türlü eski haline dönmüyordu. Hele bugün daha da beterdi. En kötüsüydü. Kapıyı açarak çıktım ve kaldırımdan yürümeye devam ederek nereye gittiğimi bilmeden öylece yürümeye başladım.

"Jungkook!" Arkamdan açılan kapının ve onun sesini duymama rağmen arkamı dönmedim ve devam ettim. Yüzüne bakarsam ağlayacak gibi hissediyordum, sinirlerim fazlasıyla bozulmuştu.

"Jungkook, bekle." Bana yetişip kolumu yakaladı ve önüme geçti. Kısa bir koşu maratonu yaşadığından biraz nefes nefeseydi. Bakışlarını yakaladığımda onun ıslanan pınarlarını fark ettim.

"Özür dilerim, fazla çıkıştım." Dudaklarımı dilimle ıslatarak gözlerine bakmaya devam ettim. Sadece neden gözlerinin dolduğunu anlamaya çalışıyordum. Benden cevap alamayacağını anlayınca devam etti.

"Mezarlığa gideceğim."

kairos ¦ jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin