VIII/biliyorum

6.2K 711 318
                                    

"Günaydın, Jungkook." Tam üzerimdeki pantolonu sıyıracağım esnada pat diye açılan kapı ve içeriye giren Jimin sayesinde nutkum tutuldu.

"Günaydın, Jimin." Bana sırıtarak çantasını tahta banka fırlattı ve tişörtünün eteklerini kavradı. Hızla arkamı döndüm ve gözlerimi sımsıkı yumarak kafamı demir dolaplara yaslamamak için zor tuttum.

Benim yanımda yapmak zorunda mısın? Cidden mi?

"Bugün erkencisin." Hışırtılar yükselmeye ve kemer sesi de işin içine girmeye başladığında nefesimi tuttum ve kendime oyalanabilecek bir şeyler aradım. Bir şeyler... Önümde durak dolabının kilidini girerek yeniden açtım içinin boş oluşuna bakıp kapattım ve yavaşça kilitledim. Onun da kendi dolabını açtığını duyduğumda yerlere bakındım ve elimdeki mayoyu banka bıraktım.

"Biraz... öyle oldu evet." Geciken cevabımı beklermiş gibi konuştu.

"Bir şey mi arıyorsun?" Yanıma geldiğini belli eden adım sesleriyle bugün kesmeyi unuttuğum tırnaklarımı avuç içime batırdım.

Gelme. Öleceğim şimdi, ne olur gelme.

Sesimi çıkarmadan beklerken saçları görüş alanıma girdi ve siyah perçemleri benimkilere değene kadar sokuldu, baktığım boşluğa baktı.

"Burada bir şey görünmüyor. Bilekliğini falan mı düşürdün?" Daha fazla böyle durursam anlayacaktı. Lanet olsun, anlamasını istemiyordum. Boğazımı temizlesin ve gözlerimi kırpıştırarak birkaç santim uzağımda duran yüzünde gözlerini aradım.

Uçurumların en derinine kucak açan gözlerine.

Çenesini indirerek dudaklarını birbirine bastırmış öylece bana bakıyordu. Çenesinin altına inen bakışlarım çıplak köprücüklerini, köprücüklerinin aşağısında duran göğsünü ve kaslarını sunmayı hiç çekinmediği sıkı göbeğini, kasıklarını gizlemeyi son anda başaran siyah iç çamaşırını, sert baldırlarını tamamen açığa çıkaran o aptal iç çamaşırını...

Böyle olmak zorunda mıydı? Zihnime, ruhuma uyguladığı işkenceden bu derece habersiz olmak ve buna devam etmek zorunda mıydı? Tanrım, tahammülüm yoktu artık. Gerçekten ona böyle yakından ama bir o kadar da uzaktan bakmaya tahammülüm yoktu. Heyecanımı her defasında konuk eden göğüs kafesim farklıydı bu kez. Farklıydı, çünkü hızla inip kalkmıyordu. Öyle ki içeride bir yerlerde atan kalbimin varlığından habersizmiş gibi durgundu. Durgun ve hareketsiz...

Neredeyse dolmak üzere olan gözlerimi saklamak, daha doğrusu titrediğinden emin olduğum göz kapaklarımdan kurtulmak için gözlerimi kırpıştırdım.

"Düşürmedim Jimin, düştüm."

Senin gözlerimin içine baktığın her an düştüm. Uçurumların en derinine, gözlerine düştüm.

"Ha?" Ne demek istediğimi anlamdıramayan ifadesini okuduğumda derin bir nefes aldım. Ciğerlerim onun eşsiz kokusuna karşı acı içerisindeydi şimdi.

"Şey, evden çıkarken kapının önünde düştüm de. Şimdi bacağım biraz acıyor, bu yüzden hareket ederken zorlanıyorum." Anında kıvırma yeteneğime içten içe sırıtırken bir nebze üzerimdeki etkisini atabilmiştim.

Sadece bir nebze. Çoğu hala göğüs kafesimde, kemiklerime sarılır gibi usulcalar.

Yüzü endişeye büründü. Benim için endişeleniyor oluşuna gerçekten de kendimi yerden yere atıp canımı acıtmak istemiştim.

"Nereni vurdun ki? Hareket edemiyorsan burada işin ne, Jungkook? Evde yatıp dinlesene." Biraz sinir biraz da sitem dolu sesine karşı gülümsedim.

"İyiyim ben."

"Pantolonunu çıkar da bakayım hadi."

Tabi ya, başka?

"Olmaz."

"Utanıyor musun?" Alayını giyinen sırıtışı yüzünü birkaç milim daha bana uzaklaştırmasıyla büyüdü.

"Ne... alakası... var?" Kaşlarımı kaldırarak diliyle ıslattığı dudaklarına baktım.

Tarım, gerçekten tahammülüm yok. Neden beni sınıyorsun? O lanet pazar günlerini evde geçirdiğim için mi?

"Jimin-"

"Masajı yapmamı ister misin?" Sol baldırımın üzerinde hissettiğim eliyle birlikte kesilen nefesimi fark etmiş miydi? Edecek miydi?

Siktir, siktir, siktir. Olmaz, şimdi olmaz. Aptal Jimin, ne bok yediğini biliyor musun sen?

"Gerek..." Baldırımda bir aşağı bir yukarı gezinen parmakları yüzünden kayıp giden göz bebeklerimi görüyor muydu? Onun için nasıl da yandığımı, küllerimi nefesiyle savurduğunu görüyor muydu?

"Yapma, Jimin." Diğer eli de sağ baldırıma kondu tasasızca.

"Bu bacağın mı yoksa?" Endişeden yoksun gözleri son derece ciddiydi. Bu ciddiyetten ne derece korkmalıydım?

Gözlerimi yumduğum esnada elleri birden bire yok oldu. Darbe yemiş gibi sızım sızım sızlayan kaslarım ona ne de çabuk alışmıştı da şimdi isyan ediyordu? Ciddiyetini bozdu, gerçekten tasanın ne demek olduğunu unutan bir gülümsemeyle baktı bana. Şimdi anlamıştım, korkmalıydım.

Dudaklarını yeniden ıslattıktan sonra eğildi ve burnu, yanağıma çarpacak kadar yanaştı tenime. Dudakları, kulağıma tek nefeslik yakınlıktayken fısıldadı.

"Biliyorum, Jungkook."

kairos ¦ jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin