XVIII/engel yok

5.9K 578 130
                                    

"Randevuya çıkalım." Kaşlarımı kaldırarak duyduklarımın doğru olup olmadığını test etmek için birkaç saniye boyunca bekledim ve yüzüne baktım.

"Ha?"

"Jungkook aptal mısın? Söylediğim bir şeye de evet ya da tamam dediğini duymadım sürekli 'ha' ya da 'ne' diyorsun." Jimin'in alaylı ifadesine karşılık yeniden onun söylememden şikayetçi olduğu iki tepki kelimesinden birini söylememek için dudaklarımı birbirine batırdım ve boş boş yüzüne bakmaya devam ettim.

Dünkü itirafından sonra üzerimden ışık hızıyla kalkmış, beni eve kadar bırakmış ardından hiçbir şey söylemeden karanlıkta kaybolmuştu. Fakat bugün erkenden kimseyi beklemedem hatta daha salonun kepenkleri bile kalkmadan buraya gelmiş, Jimin'in özenle salonu açmasını beklemiş ve insanlar buraya doluşmadan önce onunla vakit geçirebileceğimi düşünmüştüm. O ise elindeki vileda sopasıyla yerleri paspaslıyordu. Tamam hoşlandığını itiraf etti ama bundan ibaret değildir hiçbir şey, değil mi? Daha teklif bile almamıştım ki.

"Çünkü konuya bir anda giriyorsun ve bende ne diyeceğimi bilemiyorum." Elindeki vileda sopasını yere sabitledi ve tepesine kolunu yasladı.

"Artık alışsan iyi olur, Kookie. Bunları daha çok duyacaksın." Eğildi ve aramızdaki kısa mesafeyi kapatarak sol işaret parmağını burnumun ucuna  bastırdı ardındansa kıkırdadı. Onun bu hallerine karşılık sakin olmayı dileyerek ciğerlerime derin bir nefes çektim.

"Tamam, nereye gidelim?" Arkasını yeniden dönmüştü ki sorumla birlikte yeniden bana döndü. O yaramaz gülümsemesi bir an bile dudaklarından eksik olmuyordu.

"Bara."

*

"Resmen ilk randevu için bara gidiyoruz. Bara." Elimdeki gömleği sinirle yatağın üzerine fırlattım ve telefonu hoparlöre alarak onu da yanına gömleğin gönderdim.

"Bence bu çocuk işi ilerletmek istiyor, anlarsın ya." Sehun'un oyuncu sesi odada yankılandığında bağırdım.

"Kapa çeneni, ahmak!" Kıkırdadı ama daha sonra boğazını temizledi. Ciddi bir konuşma yapmaya hazırlanıyordu, belliydi.

"Bak şimdi, olaya olgun bir yandan bak. İkinizde artık çocuk değilsiniz, ayrıca sanki ilk defa sevgili yapıyormuşsunuz gibi tatlı bir mekanda sıkıcı bir akşam yemeği yiyerek iğrenç bir ilke randevu gerçekleştirmenize gerek yok. Sen akışına bırak ve bu gece onunla eğlenmeye bak. Eminim ki sana uygun bir anda teklif eder." Yatağa oturdum ve karşımda duran boy aynasından çıplak gövdeme baktım.

"Öyle mi diyorsun?"

"Öyle diyorum tabii. Bu zamana kadar ne söyledim de çıkmadı salak?"

*

Jimin son anda bir işi çıktığını mesaj atarak onunla mekanda buluşup buluşmayacağımı sormuştu. Bende onun bu haline daha da içerlenip, ki bu tamamen kendi içimde olup bitiyordu, sadece tamam yazarak kısa kesmiştim. Şimdi de içeri girmiş henüz kalabalıklaşmayan bu mekanda Jimin'in tanıdık simasını arıyordum. Barın neon ışıklarla bezeli kısmına bir adım daha atıp ilerilere bakınmak için parmak ucumda yükseldiğimde belime dolanan kollarla irkildim.

"Beni mi arıyorsun?" Sesini işitmemle birlikte hissettiğim yakınlığı kalbin saniyede defalarca kez kan pompalamasına, damarlarımın şişip şakaklarıma baskı yapmasına sebep oluyordu. Ellerimin titrememesi için kendimi kastığımdan şimdiden kaslarıma kramplar giriyordu.

"Evet." Diyerek mırıldandım yanağıma sabitlenen yanağını hissettiğimde. Kollarını daha sıkı bir şekilde belime sardı ve ileri doğru bir adım attı. Onun sayesinde bende bir adım atmak zorunda kalmıştım. Bu şekilde yürümeye devam ettiğinde ona ayak uydurdum ve o, ellerini belimden ayırmadan iki içeceğin durduğu masaya kadar bizi bu şekilde ilerletti. Masanın önünde durduğumuzda kolunun birini çekti ve yanağımı okşadı. Usul usul titredim.

"Oturalım mı?" Kafamı sallayarak bana yakın olan yüksek tabureye oturdum. Diğer elini de belimden çekerek karşıma oturdu. Ellerinin gitmiş olmasına üzülsem mi yoksa bir açıdan rahat ettiğime sevinsem mi diye düşünürken biraz eğildi ve bira dolusu bardağı eline alarak büyük bir yudum aldı.

"Görüşmeyeli nasılsın?" Kaşlarını kaldırarak gerçekten öğrenmek istediğini kanıtlar nitelikte gözlerini bana dikti.

"Eve gittim, bir şeyler yedim, duş aldım, Sehun ile konuştum, hazırlandım ve buraya geldim." Bir anda ona tüm yaptıklarımı anlattığımı fark ettim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Alt tarafı nasılsın diye sormuştu, tanrı aşkına!

"Bana rapor mu veriyorsun yoksa?" Kahkaha attı ve birasından bir yudum daha aldı.

"Bu çok hoşuma gitti. Bunu yapmaya devam et."

"Neyi?" Dedim, anlamamazlığa vurmaya çalışarak. Ama işe yaramadı tabii.

"Bunu işte. Bana neler yaptığını anlat, ayrıntısı ayrıntısına." Son kelimelerini kullanırken eğilip yüzünü yüzüme sabitledikten sonra dudaklarını öne uzattı ve dudağımın kenarını öptü. Şimdi şu loş ortamda yüzüme bakan herhangi biri bana baktığında kızarmadığımı söyleyebilir miydi? Hiç sanmıyordum.

Sonra bambaşka bir şey oldu. Buraya girdiğimden beri çalan slow şarkı yerini hareketli, tanıdık bir ritime bıraktı. Jimin kahkaha attı ve birasından büyük bir yudum daha aldıktan sonra ellerini çırparak ayağa kalktı.

"Benimle gel." Elini bana uzattı.

"Nereye?" Elini tutmam için salladı. Ona tutunup ayağa kalkmadan önce daha hiç dokunmadığım büyük bira bardağımı kavradım ve tıpkı onun yaptığı gibi büyük bir yudum aldım. Onun kadar kolay içememiştim tabii. Boğazım hafifçe yandı ve yüzümü ekşittim.

"Dans edeceğiz." Elini tuttum ve bu neşeli halinden memnun olarak onun beni sürüklemesine izin verdim. Birkaç kişinin dışında boş duranı büyük dans alanına geldik. Ritim gittikçe tanıdık bir hal alıyordu.  Kafamı kurcalayan bu şarkıya dalıp gitmişken bugün ikinci defa Jimin kollarını belime sardı. Elleri sırtıma tutunarak beni kendine çekti ve bir elini omzuma çıkarmadan önce kulağıma çarpan ıslak dudaklarıyla mırıldandı.

"Sana bir gün bara gidelim ve bu şarkıyı açtıralım demiştim." Gülümseyişinin sunduğu nefesi boynumda hissettim. Ve tepeden tırnağa kaskatı kesildim. Ellerim iki yanımdan sararken sözler şarkıya giriş yaptı.

"Ama bebeğim, bizim açtırmamıza gerek kalmadı ve şimdi sözlerine uyum sağlamamamız için herhangi bir engel göremiyorum."

kairos ¦ jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin