44- Seni Seviyorum

1.9K 235 199
                                    

Merhaba, bu saatte kokoreç yiyerek bölüm atıyorum bence harikayım alşskdşlaskdalskdşslak

İyi okumalaaaarrr



----


"Tamam, sakin ol Baekhyun. Bunu yapabilirsin." Derin bir nefes alarak zile bastım. Kapı açılana kadar geçen sürede aklımı ve bütün cesaretimi yitirmek üzereydim. Annem ve babam Wufan'ın gitmesinin ardından beni defalarca aramışlardı. Wufan haklıydı. Beni aileme karşı koruyan tek şey kendisiydi ve o da gitmişti. Artık yalnız savaşmak zorunda kalacaktım.

"Geciktin, 2'de geleceğini söylemiştin." Otobüsten indiğimde 2'yi dört geçiyordu. Buraya yürümem en fazla 15 dakika sürmüştü. Sanki ailem eve randevuyla geliyormuşum gibi davranıyordu.

"Alt tarafı eve geliyorum anne, saatin ne önemi var?" Göz devirerek omzuna çarptım ve içeri girdim. Babam her zamanki yerinde, ciddi bakışlarıyla bana bakıyordu. Kıyafetimi süzdü. Bilerek ve isteyerek yırtık bir kot giymiştim. Siyah tshirtümün üzerinde küfürlü sözler yazıyordu.

"Meşgul insanlarız. Birazdan bir hayır kurumuna gideceğiz." Babam her zamanki sinir bozucu tavrıyla homurdandı ve gözlüğünü çıkardı.

"Af edersiniz. Bir dahakine sekreterinizden randevu alırım." Koltuğa oturup bacak bacak üstüne attım. Arkamı da yaslanmamla birlikte babam daha da sinirlendi.

"Babanın yanında doğru otur oğlum." Annemin uyarısına kulak asmadım.

"Ne o? Bu sefer de hayır kurumunun bodrumuna mı kilitler beni?" Kahkaha attım. Aslında buraya gelme amacım tamamen aileme ne kadar kötü bir çocuk olduğumu, benden umudu kesmelerini göstermekti.

"Baekhyun!"

"Üzgünüm, benden korkmamı bekliyorsanız daha çok beklersiniz. Çocuk değilim artık."

"Evet, artık çocuk değilsin." Babam ayağa kalktı. "Bu yüzden Wufan'ın işlerini senin devralman gerekiyor artık." Güldüm. Nefesim tıkanana kadar güldüm.

"Benden kilisenin başına geçmemi falan beklemiyorsunuz herhalde? Hep birlikte günaha girelim istemiyorsanız?"

"Kilisenin değil, hayır kurumunun işlerini yürüteceksin. Kalan vaktinde ne yaparsan yap. Biz babanla orayı da yürütmek için çok meşgul olacağız çünkü."

"Başka bir diyeceğiniz var mı?" Ayağa kalktım. "Oğlum seni özledik, karnın aç mı? Yemek yer misin? Paran var mı gibi şeyler? Normal anne ve babanın aylardır oğlunu görmediğinde söylediği şeyler gibi?" Bu dediklerim benim için oldukça önemli şeyler olsa da yüzlerindeki ifadeden onlar için hiç de önemli olmadığını görebiliyordum. Üzülmemeye, güçlü kalmaya çalıştım. Gelene kadar kendimi buna hazırlamıştım. Her şey tamamdı artık. Buraya kadardı.

"Olayı dramatize etme. Burada ciddi bir meseleyi konuşuyoruz."

"Biliyor musun anne? Ciddi meseleniz de, kilise de hayır işleri de umrumda değil. Belli ki beni buraya istediğinizi yaptırmak için çağırdınız ama hayır. Bu istediğinizi yapmayacağım."

"Baekhyun." Babam da ayağa kalkmıştı. "Sana bir seçenek sunmuyoruz. Yapar mısın diye sormuyoruz. Yapmak zorundasın çünkü."

"Yapmak zorundayım öyle mi? Niye zorundaymışım? Yapmazsam ne olurmuş? Eskisi gibi döver misin beni? Dolaba mı kitlersin? Kilisenin bodrumuna mı atarsın? Aç mı bırakırsın? Girdiğim işten mi attırırsın? Denesene hadi." Kafa tuttum. Ona hayatımda ilk defa böyle kafa tutuyordum. Eskiden bir şeyleri kaybetme korkum vardı. Ama artık hiçbir şeyim kalmamıştı.

The DaltonsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin