Bir süre sonra, normal hayatıma geri döndüm, durumu ağır olan hastalarım beni diğer konular hakkında düşünmekten alıkoydu, Çinli-Kanadalı genç ile olan konuşmam, tıpkı diğer eski hastalarım gibi unutuldu. Sadece ara sıra, gazeteleri, medya haberlerini ve ülkedeki spekülasyonları okuduğumda, bu bana, ülke geneline yayılmış bu olayın çekirdeği ile kısa bir süre bile olsa temas kurduğum gerçeğini hatırlatıyordu.
Aslında, Konrad'ın anlayışına güvendiğimden ötürü, o çocuğun durumu hakkında biraz bile olsun endişeli değildim. Bildiğim kadarıyla, bir kişi hayatını tehdit edecek kadar zor bir duruma düştüğünde, tüm eylemleri nefsi müdafaa kapsamında sınıflandırılabilirdi.
Belki de, benim gibi yasalarla alakalı çok fazla bilgisi olmayan biri, jüri koltuğuna oturup onun masumiyeti için oy verebilirdi. Bununla birlikte, Mike'ın sözleri yüzünden hâlâ biraz gergin ve huzursuzdum, eğer bana yine yalan söylüyorsa ona yardım etmek konusunda kaygılarım olacaktı.
"Boş vaktim var, demek istediğim duruşma için." dedim.
"Oh öyle mi? Hasta randevularını önümüzdeki aya atıp öyle aradın beni değil mi? Görünüşe bakılırsa bu çocuğa ciddi bir ilgi duymuşsun, VIP hastan haline gelmiş adeta." dedi David gülerek.
"Sevimli çocukların etrafında dolaşmam demiştim sana." dedim gülümseyerek. "Bu benim için önemli, onunla konuşmam için beni işe alan sizdiniz ama ironik bir şekilde davayı kaybetmenizi umuyorum şu anda."
"Kitabı kapağına göre yargılıyorsun." dedi David boğuk sesiyle. "Gelecekte sana azılı suçluları tedavi ettireceğim."
"Eziyet etme bana." dedim. "Sadece mesleğimi değiştirmek istememe sebebiyet vermiş olursun. Pekâlâ, bu kadardı, önümüz hafta görüşürüz, selam söyle."
"Mike'ı mı yoksa çocuğu mu kast ediyorsun?" dedi gülerek.
"Kendin bul." dedim ve telefonu kapattım.
Perşembe günü, gökyüzü biraz karanlıktı, hava durumuna göre ruh halime karar vermeye çalıştım, karmakarışık bir korku hissettim içimde. Mahkeme alanına doğru ilerledikçe, birçoğu Asyalı olan geniş bir medya personel grubu gördüm.
Arabayı park edip dışarıya çıktıktan sonra, muhtemelen giydiğim takım elbise ve üzerine taktığım büroya sınırsız erişim rozetimden dolayı beni kayda almaya başladılar. İngilizce anlayamayan bir Asyalı mikrofonunu burnumun dibine sokup avukat mı yoksa soruşturma görevlisi mi olduğumu sordu.
Sorularını susturmak amacıyla elimi salladım.
Aniden kulaklarıma yüksek sesle ifade edilen bir cümle ulaştı. "Merhumun ailesi..." Ve sonra kalabalık arkamdaki bir noktaya baktı, içgüdüsel olarak arkama döndüm ve yaşlı görünüşlü orta yaşlı bir adamın, medya personelinden gelen soru ve iddialardan orta yaşlı bir kadını korumaya çalıştığını gördüm, çaresiz durumlarına ek olarak, muhtemelen medyanın onlardan ne gibi bir cevap beklediğini bilmiyorlardı.
İç geçirdim ve ikisini korumak üzere yolumu değiştirip yürümeye başladım. "Müsaade eder misiniz lütfen?" dedim, medyanın yığıldığı alandan o ikisini çıkarıp merdivenleri geçerek giriş kapısına ilerlerken.
"Teşekkürler." Orta yaşlı kadın hafifçe yere eğdiği kafasıyla konuştu.
"Korece? Çince?" Fazla anlamadıklarını bildiğimden, tamamen basit bir İngilizceyle sordum.
Orta yaşlı kadın yanındaki adama baktı. "Çince." dedi adam Çince olarak.
"Oh öyle mi? Ben de Çinliyim." dedim gülümseyerek ve az olsa rahatlamış olan ifadelerini gördüm. Kadın elimi tuttu ve, "Buraya uçakla vardığımızda, dil sorunumuz ve resepsiyon personelinin çok meşgul olması nedeniyle burayı asla bulup zamanında gelemeyeceğimizi düşünmüştük." dedi.
"Problem yok, sonuçta gelebildiniz değil mi?" Onları mahkeme bekleme odasına götürdüm, ortalıkta hâlâ çok fazla insan yoktu, köşedeki kahve makinesine gidip iki tane şekerlendirilmiş sütlü kahve aldım.
"Sadece kahve var şu an, kusuruma bakmayın." dedim.
"Teşekkürler, teşekkürler..." deyip almak için ayağa kalktılar ama kahveyle pek ilgilendikleri söylenemezdi. "Polis departmanından mısınız?"
"Oh, hayır." dedim gülerek. "Ben doktorum."
"Doktor?" Şaşırmış görünüyorlardı. "Mahkemede doktor da bulunmalıdır değil mi? Adli tıp doktoru." Aniden gerildiler.
Hızla konuşarak onları rahatlatmaya çalıştım. "Hayır, hayır. Ben şüpheli kişiyle görüşen psikiyatristim."
Yüz ifadeleri, muhtemelen şüpheli kelimesini duydukları için değişti.
"Eğer çok özel değilse, siz..." Kelimelerimi dikkatlice seçmeye çalıştım. "Kimin evebeynlerisiniz?"
Orta yaşlı kadın kocasına baktı ve sonra dönüp konuştu. "Onu tanıyor musunuz bilmiyorum ama, oğlumun adı Zhang Yixing."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
48 Hours | EXO [Çeviri]
HorrorOrijinal Yazar: 辛辛息息 İngilizceye Çeviren: heecups, flyingbacons & wasabilxx Credit: lukais (livejournal) Bölüm Sayısı: Prolog + 21 Bölüm + Epilog + Final İncelemesi (Yazar Tarafından Yazılan) + Analiz + Teoriler ve Ağlama Duvarı (Total: 26) Tür: Kor...