Uyarı; Tuvalet rulosu alın yanınıza öyle okuyun, ciddiyim.
Bir de seçtiğim şarkıyla okursanız, ebedi kalp ölümünüz için uygun ortam oluşmuş demektir. Her okuyuşumda ciğerim sökülüyor o kadar zaman geçti üzerinden halbuki ama düzenlerken bile göz ucuyla bakmak yetiyor bana ağlamam için...
***
Yixing uyandığında, çoktan akşam saat 7 olmuştu. 3 saatimiz kaldığını gösteren geri sayım panosuna bakmadan önce gözlerini ovuşturdu ve, "Akşam olmuş." dedi.
Eğik kanepede yattığım yerden, gözlerinin içine baktım.
"Diğerleri nerede?" dedi.
"Hepsi öldü." dedim. Gözlerini kırpıştırdı ve kafasının içi boşmuş gibi bir şekilde bana baktı.
Bana Luhan'ın nasıl öldüğünü sormadı, muhtemelen cevabı öğrenmek istemiyordu.
Ayağa kalkıp sessizce merdivenleri çıktı, ikinci kattaki ikinci yatak odasının kapısını açtı ve dağınıklığı gördü.
Sessizce gülümsedi ve pencereden dışarıya baktı.
Dışarıda yağmur yağıyordu, yağmur damlaları yaprakların üzerine ve pencerenin kenarına vuruyorlardı. O gece, o atmosferin içinde konuşmamızın yerini alan şey neydi emin değilim.
Asla söylemediğim onca cümle, ağzımın ucuna gelmeyen onca dil.
"Merhaba, benim adım Zhang Yixing." dedi utangaç bir şekilde gülümseyip kulağını çekiştirirken. "Sen tanıdığım ilk Çinlisin."
"Wu Yi Fan." dedim elimi uzatarak ve ona bir beşlik çaktım.
Şubat 2010'un bir gecesinde, geç saatlerde, yurtta oturup umutsuzluk ve çaresizlik içinde elimdeki anahtara bakıyordum. Kolunu omzuma koymadan önce kafasını hafifçe eğdi ve yüzü bir gülümseme ile parladı. "Bu bir şey değil, belki bir jigolo olursam, senin gibi bir stardan bile fazla kazanabilirim."
(Jigolo: Para karşılığı kendisinden büyük kadınların cinsel ihtiyacını karşılayan erkek diyebiliriz. Yurtdışında bu bayağı para kaldırılabilen bir meslek halinde.)
2010 yılının yağmurlu bir kış gecesinde, hayatının ilk sigarasını tüttürüp kendini ödüllendirmeye karar vermişti çünkü en sonunda, uzun zamandır aradığı o siyah beyaz saati bulmuştu. (5. Bölümden hatırlarsanız Kris geçmişi hatırlamıştı bir yerde, Yixing'in eğer beş sene içerisinde çıkış yapamazsam eve döneceğim dediği gece. Sigara içmişlerdi falan.) Almaya gittiğinde, saatin pahalı fiyatını gördükten sonra, cebindeki tüm para ve kredi kartlarını çıkarıp tezgahtara kuzu kuzu bakarak, "Yeterli para getirmemişim, bunu benim için ayırır mısın?" demişti.
Son gece, bir meteor gökyüzünde kaydı. Pencerenin yanında oturduğu yerde, dudaklarının kenarı hafif kıvrılmış bir şekilde duruyordu. "Eğer yarın uyanmayı başarabilirsem, yalnız yaşamak istemiyorum." Bana bir gülümseme ile baktı.
Bazı şeylerin sözünün edilmemesi en iyisiydi.
Yatak odasında ardışık bir şekilde duruyorduk. İlerleyip ona yavaşça arkasından sarıldım. Arkasına bakmadı ve tek bir kelime bile etmedi.
"Beni ne zaman öldüreceksin." diye sordu, kayıtsız şartlar altında gözleri pencerenin dışına sabitlenmiş bir şekilde dururken. Gözlerimi kapadım ve başımı omzuna gömdüm. (Nokta olmasının sebebi aslında bunun bir soru olmaması...)
Hilekâr ve iki yüzlünün tekiydim. Tüm hayatım boyunca böyle olmuştum ama tam da en iki yüzlü olmam gereken o anda, bir şekilde tüm ustalığımı kaybettim.
"Şimdi." diye fısıldadım, sesim, nazikçe dudaklarımı yüzünün yanına doğru getirirken, titrek ve boğuk çıkıyordu. Titremeye devam ederek, onu kendime doğru çevirdim ve dudaklarına bir öpücük bıraktım.
Beklediğim üzere gözlerini açtı ve bana 'o bakış'la baktı. Bu, hiçbir dili kullanarak tanımlayamayacağınız bir ifadeydi.
"Seni affediyorum." diyordu o gözler.
Dışarıdaki yağmur sanki beni tepeden tırnağa sırılsıklam ediyor, kollarımdan bacaklarıma kadar beni iyice nemine batırıyordu. Bana, tıpkı, dışarıda üzerine yağmur damlalarının düştüğü bir ağaç gibi baktı; gözleri, üzülme, bu senin hatan değil der gibi bakıyordu.
Gözyaşlarım kontrolsüzce yanaklarıma akmaya başladı; Nazikçe kaşlarını, burnunu, dudaklarını öptüm, tuzlu yaşlarımın, dillerimizin ucuna değmesine izin verdim... Kafasını eğdi ve toplayabildiği tüm naziklik kırıntılarıyla dudaklarıma cevap verdi. Yüzünü göremedim, kendi görüş açım da kapalıydı; bu anılarımda kör bir nokta olarak kalmıştı - herhangi bir dilde karşılığını bulamıyordum, beynim yanıyor, küllere dönüşüyordu sanki. Kalbimden bir parça kopup düşmüş gibiydi.
Tuvalete giden bir yolda tökezleyerek gittik. Onu duvara yaslayarak saçlarını hafifçe geriye doğru okşadım. Sessizdik; yalnızca nefeslerimiz duyuluyordu. Gözlerini kapattı ve alnını benimkine dayadı.
Aynayı güçlü bir şekilde lavaboya çarparak, içlerinden kırık bir cam parçası aldım. Ellerini arkasında birleştirdim, başını yana doğru eğdi. Birbirimizin kulaklarına doğru ağır ağır nefeslerimizi bırakıyorduk, tüm tutkumla öptüm onu, ben onun bileğini elimdeki cam parçasıyla keserken gözlerini kapattı ve bana tüm çabasıyla cevap verdi.
Her şey sessizlik içindeydi. Elini gözyaşlarımı silmek için kaldırdı, sonra zayıf bir şekilde yere düştü tekrar, kanı yere damlamaya başladı. Bilinçaltımda bir yerde, elime geçen bir kıyafet parçası ile kanamayı durdurmak istedim ama o kesiği benim açtığımı unutmuştum o anda.
Gözlerinden aşağıya bir damla yaş düşerken, "Eve gitmek istiyorum." dedi.
Onu kucağıma aldım ve yatak odasına götürdüm, odaya girdiğimde Fransız usulü pencerenin ardından, tesadüfen doğu tarafına doğru bakan bir ışık parlaması geçti. Bir sandalye yakalayıp onu oturttum, saçlarını ve kıyafetlerini düzelttim, bir gülümseme ve yenilmez bir tükenmişlikle, "Biraz uyuyacağım." dedi.
Sonra gözlerini kapadı, o bir çift gözü izlemeye devam ettim ama bir daha açılmadılar.
Pencerenin önünde, uzunca bir süre donmuş şekilde, dakikalar mı yoksa saatler mi geçtiğini bilmeden oturdum.
O uzak Doğu tarafında, evim diyebileceğim bir yer yoktu ama eğer gelecekte o oraya benimle birlikte gelebilseydi, bir evim olmasını ister ve bunun için elimden geleni yapardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
48 Hours | EXO [Çeviri]
HorrorOrijinal Yazar: 辛辛息息 İngilizceye Çeviren: heecups, flyingbacons & wasabilxx Credit: lukais (livejournal) Bölüm Sayısı: Prolog + 21 Bölüm + Epilog + Final İncelemesi (Yazar Tarafından Yazılan) + Analiz + Teoriler ve Ağlama Duvarı (Total: 26) Tür: Kor...