48 Hours: '10. Bölüm'

331 89 63
                                    

Bu bölüm 650 kelimeydi ben de neden olmasın dedim atıyorum. Ficin en uzun bölümü 2700 kelime yaklaşık ve o da 15. Bölüm, dava bölümü olduğu için o kadar uzun. Ondan sonra kademe kademe kelime sayısı azalıyor, özellikle 15 sonrası aşırı kısa bölümler var. Ben sizin hiç okumadığınız bölümlere ulaşmak için şu an biraz hızlı davranıyorum diyelim.

***

Frank'in Bakış Açısı (Hikâyenin başında okuduğunuz, Kris'le konuşan şu psikolog)

Kris uyumak üzere büro masasının üzerine yayıldı, bolca çay içmiş olmasına rağmen uykusuzluğuna direnememişti, onun gibi en az 3 gün uyumayan biri için, biraz uyumak kesinlikle faydalı olacaktı.

Görünüşe bakılırsa, onunla yaptığım konuşma beni doktor olarak birçok baskıdan kurtarmıştı ve bundan memnundum.

Boş bardaklarla kontrol odasına girerken, Mike'ın sürekli olarak bana baktığını fark ettim. Gülümseyerek yanına geldim ve boş bardaklardan birini eline tutuşturdum. "İzlemek senin için rahatsız edici miydi yoksa?"

"İnanılmazdın!" Gözleri parlıyordu, "Bilmelisin ki, 24 saatten fazladır eve uğramıyorum ve kız arkadaşım muhtemelen seninle kaçıp gittiğimi düşünmeye başladı."

"Oh öyle mi??" Ona göz kırptım. "Kız arkadaşın benim cazibemi senden daha iyi anlıyor demek ki."

"Bunu bir kenara yaz." dedi ilgisizlik içinde. "Ama görünen o ki Bay Hayatta Kalan cazibene cidden kapılmış."

"Elbette. Üzgün bir çocuğu mutlu etmek benim görevim." dedim ve tuvalete doğru yürüdüm. "İki bardak daha çay getirmeyi unutma, henüz finale ulaşmadım."

Mike tembelce bardakları aldı, "Pekâlâ, bugün barmen benim. O sevimli, duygusal çocuğu neşelendirmeye devam et, biz gözlemleme işinden sorumluyuz."

Tuvaletten çıkıp döndüğümde, altın sarısı saçları masaya dağılmış bir halde hâlâ uyumakta olan Kris'e baktım.

"Burada olan katkılarımdan ötürü, bana sadece içeriden kişilerin bildiği bazı detayları açıklayamaz mısın?" dedim David'in yanında. Yuvarlak ve kel kafası bir şekilde ciddileşmemi engelliyordu.

"Bak, Frank, eğer ölüler konuşsaydı, bu gerçekten korkunç bir şey olurdu. Profesyonel bir eğitimin olmadan korkarım ki böyle bir şeyi kalbin kaldırmaz." dedi bana doğru.

"Kalbimin sorumluğunu alıyorum." dedim ona. "En iyi kalp ilaçları var elimde."

"Gerçekten mi? Markası ne?" dedi bana ve güldü.

Ona çaresizce baktım ve siyah cebimden bir şişe ilaç çıkardım. "Genellikle kişisel sağlık sorunlarımı herhangi bir meslektaşıma itiraf etmek gibi bir alışkanlığım yok... Ve dahası, ben şu polis işinin içinde değilim."

David haplara baktı ve "Çok bilinen bir marka gibi görünüyor." dedi.

"Damak zevkimi sorgulama." dedim ona. "Polisler de dahil olmak üzere, popüler markalara asla rağbet etmedim."

"Oh, bu iyi bir alışkanlık olmayabilir." dedi David. "Berbat bir şekilde ölebilirsin."

"Ne? Kalbin bir günde geçirdiğin onca şoktan dolayı arızalandı mı birden?" dedim ona. "Kalp krizinin senin için alışkanlık haline geldiğini düşünüyordum."

"Frank." Merakla küçük ilaç şişesini tuttu ve bana baktı. "Eğer kazara bir gün senin part-time bir sihirbaz olduğunu öğrenirsem, seni tutuklattırırım."

"Oh öyleyse, o küçük çocukla beni bir odaya kilitlemenizi falan mı talep etmeliyim?" dedim gülerek.

"Nasıl?" Kolumu dürttü. "Aslında oldukça sıradışı bir hobin var."

"Şu kirli düşüncelerine bak hele." Gülümsedim. "Ben sadece işimi yapmaya devam ediyorum, hepsi bu. Başka insanlara güç kullanan senin gibilerin anlayamayacağı bir şey bu... Oryantal sihir." Arkamı döndüm ve kontrol odasından çıktım.

Kris'i rüyalarından uyandırmak üzere kapıyı açtım, demek istediğim, bu gerçekten güzel bir rüyaydı.

"Üzgünüm." Ayağımla kapıyı kapattım. "Tatlı rüyanı kestiğim için."

Kris bana doğru soğukça gülmeden önce bir süre düşünür gibi durdu, sanırım bana rüyalarının masalımsı olmadığını anlatmaya çalışıyordu.

"Aç mısın?" diye sordum. "Eğer kusura bakmazsan, otantik olmasa da deniz mahsullü noodle önereceğim sana, kendine özgü yanları var sonuçta."

"Sorun değil, aç değilim." dedi ve ellerini karmakarışık saçlarını düzeltmek için kullandı.

"Tamam o zaman." Gülümsedim. "Sen bilirsin."

Yüzü bir Asyalıya göre soluk duruyordu, yüz özellikleri ve çene şekli de sanki özellikle oyulmuş gibi inceydi. Ancak, şaşırtıcı derecede çarpıcı gözleri vardı; insanlara bakarken sanki bir sis tabakası örtüyordu o gözleri.

"Benim bilmediğim ne kadar şeyi biliyorsun?" diye sordu birden.

"Mesela?" diye sordum ona.

"Mesela... Benim haricimde olan şeyler gibi, federal bürosu gibi..." dedi. "Orada grubumdan başka kişiler de var mı?"

"Ölü insanlar?" Niyetinin ne olduğunu bilmiyordum, bu yüzden kelimelerimi dikkatlice seçtim.

Hareket eden gözbebekleri, kayıp bir duyguyu yansıtıyordu, kelimelerini seçerek, "Hepsi... Öldü mü?" diye sordu.

"Kendinden bihaber misin?" dedim ve ona baktım, garip ifadeleri ve Mike ile David'in bir süre önce ölen diğer üyeler hakkında konuştukları, son derece özel ve söylememem gereken bilgiler hakkında bir süre düşündüm. "Ben yalnızca bir doktorum ama sanırım... Polislere yardımcı olursan onların da sana yardımcı olmak için ellerinden geleni yapacaklarına eminim."

Güzel gözleri, giderek daha da karanlıklaşan kalın bir sis tabakası ile kaplanmış görünüyordu artık.

48 Hours | EXO [Çeviri]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin