Anahtarı odasında olduğu için “Ben markete çıkıyorum! Anahtarım yok, kapıyı çalarım!” diye evdekilere seslendi. Cevap beklemeden kapıdan çıktı.
Akşam soğuğunu hissedince hırkasına iyice sarılıp yürümeye başladı. Marketle evlerinin arası yaklaşık dört yüz metreydi. Bir an önce kahvesini alıp eve dönmek istiyor olsa da adımlarını bir türlü hızlandıramıyordu. Üstüne tuhaf ve ani bir yorgunluk çökmüştü.
Hırkasının önünde fermuar ya da düğme olmadığından açılmasını önlemek için kollarını göğsünde kavuşturdu. Serin ve temiz havayı içine çekti. Bahçeli evleri birer birer arkasında bırakırken bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Yıldızlar parlıyordu. Bulut da yok denecek kadar azdı.
Yarın aydınlık bir gün olacak gibi.
Ensesinde yine aynı karıncalanmayı hissedince arkasını dönecek gibi olduysa da kendini tuttu. Arkasında biri mi vardı? Paranoyaklaşmaya başladığını düşündü.
Belma saçmalamaz mısın lütfen? Derin nefes al, kimsenin seni izlediği yok.
Aldığı derin nefes hiçbir işine yaramadı. Attığı her adımla midesinin kasıldığını hissedebiliyordu. Geçen gün eve girerken yine böyle olmuştu. Ama onun dışında en ufak bir paranoya belirtisi gösteren birisi olmamıştı Belma. Korkmazdı o, ablası gibi evham yapmazdı. Gecenin köründe dışarı çıkmaktan çekinmezdi, ıssız bir sokaktan geçerken gerilmezdi, geç vakitte tek başına metroya otobüse binerdi o. Korku filmlerini sevmezdi, evet. Çünkü sebebi gereksiz yere insanların kendi rızalarıyla kendilerini strese sokup korkutmalarını anlamsız bulmasıydı. Yoksa korku filmi izledikten sonra üç gün etkisinden çıkamayan insanlardan olmamıştı hiç. Gece evden çıt sesi geldiğinde bunun televizyon ya da ısı değişiminden etkilenen parkelerden geldiğini de bilirdi mesela, ‘Ay acaba biri mi var?’ gibi bir soru bir kez olsun aklına gelmemişti. Ama şimdi… Yutkunmasını dahi zorlaştıran endişe ve merakı hissedebiliyordu. Endişeyle fark etmeden kaşlarını çatmıştı.
İzlenip izlenmediğine bakabilmek için yere eğilip ayakkabı bağcığını bağlıyormuş gibi yaptı. Çaktırmadan sokağı taradı. Kimse yoktu, hatta mahallerini mesken tutan sokak kedilerini dahi görmedi. Rahatlayarak tuttuğu nefesini verdi ve adımlarını bir şekilde hızlandırarak yoluna devam etti.
Kahvesizlikten işte hep bunlar, diye geçirdi içinden.
Markete girdiği gibi kısaca dergilere göz attıktan sonra aradığını bulacağı reyona yöneldi. Eli her zamanki kahvesine gitti ama istediği markanın kalmadığını görünce suratını astı. Yeri mi değişmişti acaba? Kaşlarını çatıp tüm rafları tekrar kontrol etti ama yoktu. Hayal kırıklığı, üzüntü ve kızgınlığın yavaşça yüreğine çöreklendiğini hissedebiliyordu.
Tek istediğim kahve içmek!
Periyodunu yaşıyor olsaydı şuan oturup ağlayacak raddeye gelmiş olabileceğini biliyordu. Ama gereksiz duygu patlamalarını uzaklaştırmak için derin bir nefes çekerek diğer markalara göz atmaya başladı. Bu gün kesinlikle onun yaşanmak için yaşanan bir gün olarak değerlendirdi bir gündü. İşleri rast gitmiyordu, ya da o öyle hissediyordu. Kahvelere bakmayı sürdürdü. Bir türlü seçemiyordu. Annesi orada olsa “Belma, sanki dünya meselesi kızım, al işte bir tane.” derdi. Bu kararsızlığı, bir tanımadığı kafede kahve sipariş ederken bir de sınırlı parasıyla mağazada kitap seçerken yaşıyordu. Sıkıntıyla elini alnının üzerinden saçlarına geçirdi. Tam bir tanesine uzanıyordu ki duyduğu sesle eli saçlarında kaldı.
“Kahve seçmenin bu denli zor olduğunu bilmezdim doğrusu.”
Bu ses?
İrkilmemişti. Fakat hareketlerinin üstüne ağır bir örtü serpilmiş gibi hissediyordu. Etrafındaki hava daha bir yoğun olmuştu sanki. Elini yavaşça saçlarından çekerek boynuna aldı ve arkasını döndü. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Karşısındaki gerçekten oydu! Safir gözlü çocukla tekrar karşılaşmanın getirdiği mutluluk ve heyecan yüreğinden yüklesemeden ne halde olduğunu hatırlamasıyla yüzünü basan utanç kaşlarını çatmasına neden oldu. Saçları kuş yuvalarına taş çıkarak seviyede olmalıydı. Çağatay’la boğuşurken dağılmıştı ama evde olduğu için önemsememişti. Yüzünde makyaj namına bir şey olmaması çok da önemli değildi, zaten yapmazdı ama göz altlarının yaptığı şekerlemeyle şişip minik yastıklar haline geldiğini biliyordu. Marketin beyaz florasanları da onu olduğundan daha beyaz ve büyük ihtimalle biraz da hastalıklı gösteriyordu. Ağzından kaçmak üzere olan inlemeyi son anda yuttu. Tamam, kimse markete defileye gider gibi gitmez ama en azından saçımıı toplayıp altımdaki ev taytı yerine bir kot geçirseydim keşke, dedi içinden. Üstündeki günlük ev kıyafetlerini kapatan siyah uzun hırkasına minnet duyarak boğazını temizleyip cevap verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Fincan Kahve ve Biraz da Gökkuşağı
FantasyBelma'nın sakin bir hayatı, memnun olduğu bir düzeni ve henüz oluşturamadığı hayalleri, idealleri var. Düşkün olduğu kitaplardaki gibi ufak müdahale sonucu bu sabitler değişime uğruyor. Yeni komşuları nasıl insanlar? Ya basket takımının kaptanı? Ş...