“Kanatlarını kıracaksın, kelebek.”
Acıyan kolunu tutarak geriye dönünce bir çift safir mavi gözle karşılaştı.
Karşısındaki genç adamı gördüğü gibi aklından ilk geçen: Ben seni tanıyorum ama nereden? oldu.
Onu daha önce gördüğüne emindi. Adını çıkarmaya çalışır gibi yüzünü inceledi. İsim hafızası çok güçlüydü, peki neden çıkaramıyordu?
Belma’dan bir kafa uzun boyu, geniş omuzları, ‘sürekli bana bak’ diyen safir gözleri ve kumral saçlarıyla karşısındaki bu genç adam oldukça tanıdıktı. Kadife gibi bir sesi vardı. Yarım ağızla gülümserken ağırlığını tek ayağına vermiş, tek kaşını kaldırarak ona bakıyordu.
Belma’nın bakışları onun saçlarını, alnını, burnunu, ağzını, çenesini inceledikten sonra tekrar gözlerinde durdu.
O gözlerde bir şey vardı. Hem yeni dünyaya hoş geldin diyen hem de eve dönüş yolundaki huzuru veren o bakışlar… Hem gökyüzünün hem de uçsuz bucaksız okyanusların beraber dans ettiği, safirin onları kucakladığı ve yer yer buz mavisinin bu şölene katıldığı bu gözler ona kainattaki tüm duyguları vaat ediyor gibiydi.
Sanki çocuğun ismini gözlerinde bulabilirmiş gibi bir detayla bakıyordu ona.
Bir türlü çıkaramayınca Okulda falan rastladım herhalde, diye düşündü Belma.
“Dilini mi yuttun?” Sesinde alay vardı.
Belma’ysa soruya yanıt vermek yerine kaşları her an çatılmaya hazır, şaşkın bir şekilde karşısındaki çocuğa bakmaya devam etti. Aslında şaşırmaktansa gördüğü şey onu bocalatmış ve kelimelerini zihninden süpürmüş gibiydi daha ziyade. Sanki saatlerce böyle durup ona bakabilirmiş gibi bir his vardı içinde. Bu his nereden peydah olup gelmişti bilmiyordu. Ama ne bu histe ne de karşısındaki çocukta onu rahatsız eden bir şey vardı. Aksine sanki her gün yaptığı bir şeymiş gibi durup onu izliyordu. Daha doğrusu gözlerini izliyordu. Onları okumaya çalışıyordu.
Delikanlı cevap alamayınca gülerek kibar bir hareketle onu dolabının önünden çekti. Tek hamlede anahtarı çıkarıp tekrar taktı ve yine tek seferde döndürüp kapağı açtı.
“Seni izlerken zor gibi gözükmüştü oysa ki.” dedi, sesinden az da olsa kendini beğenmişlik sızıyordu. Eğlendiği belliydi.
İzlemek, derken?
Ukala bir şekilde gülünce dudakları tekrar asimetrik olarak kıvrıldı ve gözlerinin çevresini saran kirpikleri birkaç milim daha birbirine yaklaştı.
“Şans.” dedi Belma, kısa bir cevap vererek. Uzun cümleler kurmaktan bir hayli uzaktı o anki ruh hali. Bu kelimenin dudaklarından dökülmüş olması bile büyük lütuftu.
Çocuk tek kaşını kaldırıp omzunu silkti.
Sanki delikanlının bu hareketi zihninde biriken cümlelerinin önündeki engeli kaldırmış gibi Belma’nın aklına aynı anda bir çok soru akın etti.
İsmin ne?
Tanışıyor muyuz?
İzlemekle kastını öğrenebilir miyim?
Bu arada bana kelebek demendeki amaç?
Hep böyle yarım ağızla sırıtıp siniri bozucu şekilde mi bakarsın?
Gözlerinin ne kadar güzel olduğunun farkında mısın?!
Son soruyla irkilip kendine geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Fincan Kahve ve Biraz da Gökkuşağı
FantasyBelma'nın sakin bir hayatı, memnun olduğu bir düzeni ve henüz oluşturamadığı hayalleri, idealleri var. Düşkün olduğu kitaplardaki gibi ufak müdahale sonucu bu sabitler değişime uğruyor. Yeni komşuları nasıl insanlar? Ya basket takımının kaptanı? Ş...