Düşüncelerine dalmışken açılan kapının sesini duymadı ama omzuna değen bir elle başını kaldırıp bakışlarını tepesinde dikilen kişiye yöneltti ve sesli bir hıçkırığın dudaklarını terk edip havaya karışmasına izin verirken kendini de mavi dünyanın sahibine ait kollara bıraktı.
Gözyaşları yanaklarından süzülürken kollarının onu sıkıca sarıp kendisine çektiğini hissetti. İstemsizce başını göğsüne yaslarken kokusu burnuna doldu. Ağlaması daha da şiddetlendi.
Seda canını yakmıştı. Kendini güçsüz hissetmesine neden olmuştu.
Dahası ‘onun’ kendisini böyle lavabo köşelerine oturmuş ağlarken görmesini de hiç istemezdi.
En son ne zaman birinin yanında ağlamıştı? O hiçbir zaman çok ağlayan biri olmamıştı. Göz yaşları kıymetliydi onun, herkes için, her şey için dökmezdi kolay kolay. Soğukkanlıydı. Fakat şimdi neden böyle göz pınarlarını kuruturcasına ağlıyordu? Rahatlıyor muydu?
Ağlarken güzel hissetmezdiniz - tıpkı güzel görünmediğiniz gibi. Dünya’dan silinip gitmek için kuvvetli bir istek duyardınız. Giderek küçülmek, kendi gözyaşlarınızla ebedi mutluluğa kavuşmayı arzulardınız. Boğazınızdan yükselen hıçkırıklar buram buram çaresizlik kokardı. Göğsünüzde, tam kalbinizin üzerinde tüm Dünya’nın yükünü taşıyor gibi hisseder ve ondan kurtulmak için feryat ederdiniz. İşte gerçek bir ağlama, gerçek bir keder böyle olurdu.
Ama şimdi burada - onun kollarının arasında olmak güzeldi, güvenliydi, rahattı. Tanıdıktı. Hıçkırıkları çaresizliğini dile getirmek için değil de onun kendisine daha sıkı sarılmasını sağlamak adına ağzından dökülüyor gibiydi. Ağladığı için gözlerinin ve burnunun kızardığını, göze hoş gelmeyecek bir görüntü çizdiğinin farkındaydı ama umursamıyordu çünkü içten içe onun da umursamayacağını hissediyordu.
Hıçkırıkları seyrekleşirken onun “Şşş.” diyen sesi ve saçlarını okşayan eli yatışmasına yardımcı olmuştu. Gözyaşlarından kurtulup görüşü netleşirken derin bir nefes aldı.
Ağlaması sona ererken bir utanç duygusu vücudunu kaplamaya başladı. Yüzünün kızardığını hissedebiliyordu. Kim bilir kaç dakikadır onun kollarına sarılmış ağlıyordu? Nasıl bir görüntü çizmişti Allah bilir!
Başını onun göğsünden kaldırırken duyduğu utanç yüzünden bakışlarını yüzüne kaldıramadı. Elini saçlarına götürerek derin bir nefes aldı. Dikkatini Okyanus’un tişörtüne yöneltince göğsünde kocaman bir ıslaklık olduğunu gördü.
Ah, Belma!! Ağlaman yetmedi, bir de çocuğun tişörtünü kişisel mendilin yaptın, bravo.
Yüzü daha da kırmızıya çalarken makyaj yapmadığına şükretti. En azında kuruduğunda iz kalmayacaktı. Tişörtte de yüzünde de…
Kendini zorlayarak bakışlarını mavi topazlara çevirince Okyanus’un yüzünde hafif bir tebessümle onu izlediğini fark etti. Sanki ‘Tamam, geçti. Ben buradayım, sen de güvendesin.’ der gibi bakıyordu. Kollarını Belma’nın omuzlarından çekmemiş ona güç veriyordu.
Belma Okyanus’un gözlerinde ufak endişe kırıntıları görünce içinin ısındığını hissetti. Onun için endişelenmiş miydi yani? İçindeki dürtüye engel olamayarak beceriksizce gülümsedi. Derin bir nefes alıp konuştuğunda sesleri birbirlerine karışmıştı.
“Üstünü mahvettim, özür dilerim.”
“Daha iyi misin?”
Aynı anda konuşmalarına ikisi de gülünce Belma biraz da olsa rahatladığını hissetti. Okyanus, önce sen dercesine başını salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Fincan Kahve ve Biraz da Gökkuşağı
FantasiaBelma'nın sakin bir hayatı, memnun olduğu bir düzeni ve henüz oluşturamadığı hayalleri, idealleri var. Düşkün olduğu kitaplardaki gibi ufak müdahale sonucu bu sabitler değişime uğruyor. Yeni komşuları nasıl insanlar? Ya basket takımının kaptanı? Ş...