Derin bir nefes eşliğinde kalemi masaya bıraktı. Sırtını sandalyesine yaslayarak gerindi. Eve geldiğinden beri aralıksız çalışmıştı. Boğazına kadar derse battığını hissetmişti. Oturma uzvunun iyiden iyiye ağrıdığını fark edince yavaş hareketlerle ayağa kalktı. Tekrar gerindikten sonra kendini yatağına attı. Eli kolayca başucundaki telefonunu buldu. Tuş kilidini açtıktan sonra mesaj kutusuna girdi. İlk önce Yasemin’den geleni açtı.
“Siyah kotumu sizde bırakmışım, yarın getirebilir misin?”
Hızlıca arkadaşına cevap yazdıktan sonra Hande’den gelen mesaja baktı.
“Yarın, okul çıkışı olan provamız bir saat uzatılmıştır! Yani 19.00’da çıkıyoruz bebişler J”
Bu sevimsiz toplu mesaja bakarak yüzünü buruşturdu Belma. Bu üç saat prova demekti. Şimdiden yorulmuştu.
Hayır, keman çalmakla ya da onlarla çalışmakla bir sorunu yoktu fakat Doğukan meselesi çözüme kavuşmuş değildi. Partinin üzerinden beş gün geçmişti fakat sıra bulup da Hande’ye konuyu açamamıştı. Provalardaki soğuk hava varlığını sürdürüyordu.
Hakan ile de bir gelişme kaydedememişlerdi. Fizik ve Tarih derslerinde çoğu kez delikanlının üzerinde olan bakışlarını yakalamıştı. O bakışlara yeşil ışık anlamında bir yanıt verse Hakan’ın gelip onunla konuşacağını biliyordu ama kafası karışıktı.
Pazar günü Özge, Ankara’ya dönmeden tekrar konuşma fırsatı bulmuşlardı. “Eğer olaylar sadece bu görünenlerden ibaretse Hakan kesinlikle senden hoşlanıyor olmalı.” demişti ablası kendinden emin bir şekilde. Belma bunu Özge’nin yanında inkar etmiş olsa da o da bir şeylerin farkındaydı.
Kafasını karıştıran da buydu. Çünkü ona karşı böyle hisler beslemediğine neredeyse emindi. Onu sadece arkadaşı olarak görüyordu. Evet, başta ufak bir çekimin tecrübesiz kurbanı olduğunu kabul edebilirdi ama sadece o kadardı. Daha fazlası değil.
Öte yandan Okyanus vardı. Aklından hiç çıkmayan komşusu…
Göğüs geçirerek yataktan kalktı. Telefonunu şarja taktıktan sonra masasından kahve kupasını alarak odasından çıkıp aşağı indi. Babası o akşam nöbetçiydi. Annesi de kendini salona kapatmış piyanosuyla aşk yaşıyordu. Mutfağın ışıklarını açık görünce kaşlarını çattı Belma. Akşam yemeği çoktan geçmemiş miydi?
Kapıyı aralayınca karşısında buzdolabını talan eden kardeşini buldu. Gülümseyerek ona yaklaştı. Çağatay onu fark etmemişti ama ablası ensesine bir şaplak indirince yerinden sıçrayarak arkasını döndü.
“Belo, insan ağzında yemek varken korkutulur mu yahu?” dedi kardeşi aksi bir sesle. Belma gözlerini devirdi.
“Yemek yemediğin o ender zamanlarda haber ver o zaman.” diyerek onu dolabın önünden çekti. Akşam yemeğine inmemişti ve açtı. Annesinin yaptığı belli olan tuhaf kokulu çorbaya dokunmadan arkadaki ton balığı konservesine uzandı. Biraz da yeşillik çıkardıktan sonra dolabı kapattı.
Masaya oturmuş Çağatay’ın makarnayı ısıtmadan mideye indirdiği görünce saçını çekti. “Ablanı düşünmen çok hoş.”
Ağzının dolu olmasına aldırmadan konuştu kardeşi. “Doğal seçilim deniyor buna. Hayat gayesi bizimki de.”
Belma gözlerinin devirerek sandviçini hazırlamaya koyuldu. Tabağını alarak mutfaktan çıktı. Oturma odasına geçip büyük bej koltuğa kuruldu. Sehpadan kumandayı alıp televizyonu açtı. Kolçakta duran battaniyeyi de üstüne çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Fincan Kahve ve Biraz da Gökkuşağı
FantasyBelma'nın sakin bir hayatı, memnun olduğu bir düzeni ve henüz oluşturamadığı hayalleri, idealleri var. Düşkün olduğu kitaplardaki gibi ufak müdahale sonucu bu sabitler değişime uğruyor. Yeni komşuları nasıl insanlar? Ya basket takımının kaptanı? Ş...