“Cam kırıklarına dikkat et, ayağına terlik geçir Belma.” dedi annesi ve odadan çıktı.
İki kere falan silmedik mi anne?
Evet, şangırtı kocaman bir dalın yardımıyla kırılan Belma’nın oda penceresinden gelmişti. Cam kırıklarını ve dal parçasını görünce hem rahatlamış - sonuçta kim bilir o ses başka nereden gelmiş olabilirdi, değil mi?- hem de meraklanmıştı. Böyle bir zararı verebilecek kadar şiddetli miydi dışarıdaki rüzgar? Hemen ailesini arayıp haber vermişti. Babası da eve tanıdık bir camcıyla gelmiş ve meseleyi halletmişti. Ama kısa bir süre de olsa camı kırık bir odada kalma endişesi taşımıştı genç kız.
Belma’nın aklına birden o odada babasıyla telefondayken nefes nefese gelen Çağatay’ın surat ifadesi ve dedikleri geldi. “Üst katta bir seri katil olsaydı ve seni öldürseydi sorumluluk almazdım, Belma.” demiş ve çıkıp gitmişti. Oldukça da ciddiydi.
Alem çocuk, diye mırıldandı kendi kendine. Ama içten içe Çağatay’ın nasıl sorumluluk sahibi ve ona değer veren bir kardeş olduğunu tekrar hatırlamak onu mutlu etmişti. Çağatay böyleydi işte. Çoğu zaman kendi dalgasındaydı, sürekli yüzünde güneş misali parlayan çapkın gülümsemesiyle dolaşırdı ama kocaman kalbi ve abi tavırlarıyla Belma ve Özge’yi her daim korur kollardı. Sanki ikisinden de büyükmüş gibi davranırdı.
Özge on iki, Belma on, Çağatay ise yedi yaşındayken gittikleri pikniği hatırladı. Güneşli bir gündü. Annesi örtüyü sermiş, babasıyla beraber mangalla ilgileniyorlardı. Çağatay oyuncak arabalarıyla oynarken kızlar da top oynamaya başlamışlardı. Top Özge’nin elinden kaçıp biraz uzaklarındaki ailenin masasına düşmüştü. O aileden Özge yaşarındaki bir çocuk sinirle ayağa kalkmış ve topu alıp “Dikkat etsenize, aptallar!” diye bağırmıştı. Sonra da topu alıp kuvvetli bir şekilde göle fırlatmıştı. Bunun üzerine Özge sinirden kıpkırmızı kesilirken Belma sessizce ağlamaya başlamıştı. Ablalarının üzüldüğünü göre Çağatay ise kimsenin beklemeyeceği bir hızla yerinden kalkmış ve koşup o çocuğun üstüne atlamıştı. Bir yandan da bağırıyordu. “Ablalarımdan özür dile! Özür dile onlardan!” Şaşkınlıklarını atıp iki oğlanı ayırmaya çalışan aileler Çağatay’ı durdurmakta oldukça zorlanmışlardı. Çocuk sonunda özür dilemeseydi Çağatay’ın çekileceği de yoktu.
Bu anı Belma’yı gülümsetti.
Bakışlarını yeni camına çevirdi. Dışarıya bakınca dalın koptuğu yeri görebiliyordu. Uzak sayılmazdı. Ama kopup camı kırabilmesi için dışarıda fırtına kopuyor olması gerekmez miydi?
Düşüncelerini dağıtmak istercesine başını iki yana sallayıp perdelerini çekti. Çok yorulmuştu. Sanki bir günü değil de birkaç haftayı 24 saat içinde yaşamış gibi hissediyordu. Üstünü çıkarıp banyoya geçti ve sıcak duşun altına girdi. Sıcak su kaslarını gevşetirken gözlerini kapattı ve bir an için gerçekten duşun altında uyumayı düşündü. Ardından artık iyice bastıran uykuyla savaşarak havluya sarınıp odasına geçti.
Birden ayağının altında bir acı hissetti.
“Ahh!”
Ayağını kaldırıp bakınca bir cam parçasının topuğunu boydan boya çizdiğini gördü. Sekerek yatağının ucuna oturdu ve yarayı inceledi. Çok derin değildi ama hatırı sayılır bir kan akıyordu. Havlusunu daha sıkı sararak banyoya geri döndü ama bu sefer adım atacağı yerlere dikkat ediyordu.
Anneler her zaman haklı olmak zorunda mı?
Topuğunu ılık suyla yıkadıktan sonra, dolaplara bakıp oksijenli su aradı fakat bulamadı. Açık yaralara tentürdiyot sürmenin çok iyi olmadığını biliyordu ama idare etmek zorundaydı. Bir parça pamuğa tentürdiyot damlatıp yarasına sürdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Fincan Kahve ve Biraz da Gökkuşağı
FantasyBelma'nın sakin bir hayatı, memnun olduğu bir düzeni ve henüz oluşturamadığı hayalleri, idealleri var. Düşkün olduğu kitaplardaki gibi ufak müdahale sonucu bu sabitler değişime uğruyor. Yeni komşuları nasıl insanlar? Ya basket takımının kaptanı? Ş...